Yasin Suresi 11 - (Zikre Uymak ve Allah'dan Korkmak)

Asım Sabit.... 17 Mart 2014 Pazartesi.... 0 Sesli Oku / Durdur

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اِنَّمَا تُنْذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِىَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَاَجْرٍ كَرِيمٍ
Sen ancak Zikr'e (Kur'an'a) uyanı ve görmediği halde Rahmân'dan korkan kimseyi uyarırsın. İşte onu bir bağışlanma ve güzel bir mükafatla müjdele. (Yasin Suresi, 11)
Önceki ayetteki tefekkürlerim çerçevesinde Müslüman biriyle karşılıklı saygı çerçevesinde kardeşlik kumamızın belki de en önemli bir yolu bu ayet ile bize gösteriliyor. Bu yol da kalbimize kadar sirayet etmiş inadı terk edip, zihnimizi başka taraflara dağıtan (daha önceki ayetler hakkındaki yazılarımda bahsettiğim) belalardan kurtulup, üzerimize karabasan ya da ölü hali gibi çökmüş ve bizi bir damla yerimizden kımıldatmayan sekerattan (yani sekr halinden) çıkıp “zikre” uyabilmek ve sadece Allah’tan korkmaktır.

“Zikre” uyup “işittik ve itaat ettik” demenin yolu ise “takva”dır. Daha önce de izah etmeye çalıştığım gibi takva; bir insan isterse kırk yıl bir yol tutsun, kırk yılın sonunda gittiği o yolun bazı yanlışları olduğunu ve daha doğru bir yol bulunduğunu görsün, isterse o yeni yol eski yoldan yüz seksen derece farklı olsun; kimseden çekinmeden, kırk yıl beni böyle tanıyanlar ne der diye düşünmeden, kırk yıl gidilen o yoldaki hizmetler heba olacak diye endişelenmeden, türlü çekincelerden uzak ve gönül rahatlığı ile o yeni yola dönüp yürümek hasletidir. Bu da ancak, amelde sadece Allah’ın rızasını düşünüp sadece Allah’tan korkmakla olur. Mesela nice farklı dinden ya da ateist kimselerin, gittikleri yol ekseriyetle İslam’dan yüz seksen derece farklı olduğu halde, an gelip inançlarının yanlışlarını gördüğünde ve halis bir niyetle gerçek Halık’ı arama yollarına girdiklerinde en sonunda İslam ile müşerref olduklarını (çok şükür) görebiliyoruz. Eğer biz Müslümanlar da hakikat çizgisine olan daha küçük açı farklılıklarımızı aynı yolla düzeltme arayışlarına girebilirsek, elbette tek bir noktada ve aynı doğrultuda birleşip hakiki kardeşliği sağlayabileceğizdir.
Hem Allah’tan korkmak, sadece onun azabından korkmak değildir. Ayette “Rahman’dan korkanlar” olarak geçtiği ve Rahman İsm-i Şerif’i merhameti de çağrıştırdığı için sadece azap olarak düşünülemez. Eğer yol değişikliğine, bir yol ayrımına ya da ilk defa karşılaşılmış bir yol ağzına girdiğimizde; birinin sevgisini ve hürmetini kaybetmekten korkacaksak Allah’ın sevgisini ve rızasını kaybetmekten korkmak, birinin (yani sadece bize zaten muhalif olanların değil bizi o zamana kadar takip eden biri de olabilir) muhalefetinden korkacaksak Allah’a muhalif düşmekten korkmak, Allah’a teslim olduğumuz halde bilmeden O’nun buğz ettiklerini sevmekten veya O’nun sevdiklerine buğz etmekten korkmak… gibi türlü şekilde Allah korkusu içimizde bulunursa gerçek takvayı elde edip, o zor tercih zamanlarında hakikati seçmeye daha çok muvaffak oluruz.
Önceki ayet hakkındaki tefekkürümde de tasavvufta konu olan bir kaideden bahsetmiştim. Ebrar, Allah’a yaklaşmış kullardır. Allah’a Ebrar’dan daha yakın kullara Mukarreb denir. Ebrar’ın iyilik bulduklarını, Mukarreb’ler kötülük görürler. Çünkü herhangi bir seyr-i süluk yolunda “fena” ve “beka” makamına çıkana kadar, kişi bulunduğu her makama mahsus bir ilim elde eder ve her manevi yükselişte bir önceki fikrinde değişiklik görülebilir. Örneğin Üstad Bediüzzaman dahi kendi hayatını “Eski Said”, “Yeni Said” ve hatta son zamanını “Üçüncü Said” olarak tanımlamaktadır. Tarihçe-i hayatına baktığımızda her bir “Said” kaç yıl ve kaç kilometre yol yürümüş, ne kadar hizmet etmiş ve ihlâs gereği o zamanki hal ve fikirlerinde ne kadar sebat etmiş olsa da, bu durum onun takvasına baskın çıkıp bazı hallerinin ve fikirlerinin düzelmesine engel olmamış. Bu değişim onun zararına olmamış, aksine ihlâs ve takvasına hürmeten onun zamanının müceddidi olduğunu, Bediüzzaman ismini ne kadar hak ettiğini her ehl-i insafa göstermiştir. Böylece bu yazıya konu ayetin sonunda verilen “müjde”nin ne kadar büyük hakikat olduğunu, zamanla halklara da bildirebileceğimiz fikri, fiili ve halli değişikliliklerimizden zarar göreceğiz diye korkmamamızı ve yine sadece Allah’tan korkmamız gerektiği rahat görülebiliyor.
Demek her birimiz ibadetimiz, hizmetimiz, fikirlerimiz ve hallerimiz sırasında olabildiğince ayık olmaya çalışmalıyız; kendimizi ve amellerimizi sürekli Allah’ın hikmeti, Kuran’daki hükümleri, Sünnet-i Seniyye’nin usulleri çerçevesinde tartıp doğruda gidip gitmediğimizi “oto kontrol” yöntemiyle tespit etmemiz gereklidir. Bu konularda hiç birimiz birbirimizden ayrı olmadığı (yani bu oto-kontrolü yapmaktan ve her daim kendini düzeltmeye çalışmaktan muaf olmadığı) için, ta ki “hakikat” zihinlerimizde ortaya çıkana kadar birbirimizi anlayışla karşılamalı ve kardeşliğimize devam etmeliyiz. Sonuçta herkes hakikati her an göremez, bazen yıllar alır. Ama başka Müslüman kardeşlerle birlik ve istişare ortamını kurmak hakikatin ortaya çıkmasını kolaylaştır. Hakikat de ortaya çıktığında üzerimize düşen en acil amel “takva”dır. Böyle bir takva da kardeşliği sağlayan ve Müslümanları birleştiren en kuvvetli bağdır. Bu bağı da hiçbir ehl-i küfür, ehl-i nifak, ehl-i dalalet kıramaz. Rabbimiz biz Müslümanların yani ümmetin bu bağ ile birbirlerine bağlanıp kenetlenmesini ve İslam’ın yeniden egemen olmasını, bunun vuku bulduğunu bizim de görmemizi, şükürlerimiz içerisinde bunun için de şükür etmemizi bizlere nasip etsin inşAllah. Son olarak şunu da belirtmek isterim ki, Mehdi (as) kimden ve nerden çıkacak bilmediğimiz için, ona biat etmek de ancak bu yol ile olabilir.

Site İçinde Ara
Günün Ayeti
Mü'minler ancak kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını düzeltin. Allah'tan korkun ki merhamete lâyık görülesiniz.
Hucurat - 10
Günün Hadisi
Size nafile namaz ve sadakadan daha güzel ameli bildireyim mi? İki kişinin arasını düzeltmektir.
Tirmizi - T5020