Yasin Suresi 12 - (İmam-ı Mubin, Kader)

Asım Sabit.... 5 Mayıs 2015 Salı.... 0

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اِنَّا نَحْنُ نُحْيِ الْمَوْتٰى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمم وَقُلَّ شَىْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فِٓى اِمَامٍ مُبِينٍ
Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Biz her şeyi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) bir bir kaydetmişizdir. (Yasin Suresi, 12)
Ayetteki “imam-ı mubin” den bir hikmet olarak mahşer gününü de anlıyorum. Böylece ayetin manası “İnsanı biz diriltiriz, yaptıklarını da biz yazarız. Mahşer günü de tüm bunları hesaplarız” şeklide olabilmektedır. Böylece yapılan her amelin yazıldığı, mahşer gününde de sevap ve günahların hesaplanıp özel bir teraziye konularak hüküm verileceği hakikati anlaşılmaktadır. Ama genel kanı olarak “imam-ı mubin” den kasıt levh-i mahfuzdur. Levh-i mahfuz ise “kadere iman”a delildir. Hatta burada “imam-ı mubin” doğrudan kader manası da taşıyabilir. Çünkü “imam” takip edilen olduğu için, “kader” de takip edilendir.
Kadere iman meselesi üzerindeki fikir ayrılıkları çok daha öncelere dayandığı halde, günümüzde çok daha büyük kavgalar icra edilmektedir. Teknoloji sayesinde bu kavgalar uluorta yapıldığından kafalar da haliyle karışmaktadır. Bu kafa karışıklığı öfkeye neden olup, konunun özelliği nedeni ile de ithamlar oldukça sertleşmektedir. Bu nedenle her iki tarafın da kalplerinin yumuşatmasını umarak bu konudaki kendi izahatlarımı yapmaya çalışacağım.

Öncelikle biz Ehl-i Sünnet ve-l Cemaat Müslümanlarınca “kader” imanın şartları içerisine girmiştir, dolayısı ile içtihat alanının dışına çıkmıştır. Yani Allah Teala, melekler, peygamberlerin, kitapların varlığı-yokluğu konusunda içtihat yapılamayacağı, “yok o öyle değildi” denip bir şeyler inkara kalkışılsa küfre götürebileceği gibi “kader” meselesinde de durum aynıdır. Ama diğer kardeşlerimizce imanın şartlarından değil ki, içtihat yapılabilmektedir. Dolayısı ile ilk kavga biz Ehl-i Sünnet Müslümanların tavrından kaynaklanmaktadır. Çünkü onlarda bu mesele imanın şartlarından olmadığı için inanmak ya da reddetmek onların nazarında kişiyi dinden çıkarmaz. Bu nedenle -normal şartlar altında- bizi küfür ile itham etmezler, sert tepki vermezler, içtihat hatası olarak görürler. Ama bizim için imanın şartlarından olup onları dinden çıkmış olarak gördüğümüzden, üstüne Müslümana yakışmayan bir üslupla onlara yaklaştığımızdan onlar da tepkisel olarak sertleşiyorlar. Hâlbuki kader “düzen”, kadersizlik de “düzensizlik” olduğundan, biz Ehl-i Sünnet Müslümanların kavgayı daha çok kızıştıracak, ortalığı daha çok karıştıracak tarzda yaklaşması kader inancımıza da ters düşmektedir. Mümin'e yumuşak olma hasleti gereği, daha uygun tarzda yaklaşabiliriz. Mesela;
Allah Teala daha ilk başta nelerin olacağını; yaratacağı kulları serbest bıraksa kimin ruhen, kalben, amelen ve aklen nasıl olacağını, bir anlık zamanda toplu halde bilir. Melekler, cinler, insanlar ise bırakın herkesin bu halini; kendi hallerini bile bir anlık sürede bilemezler. Yani bizlerin bilmesi için yavaş hareket eden bir zaman içerisinde yaşaya yaşaya bilmesi gerekir. Ama Allah’ın daha ilk anda kimin ne olduğunu bildiği gibi yaşayacak olsak, kadersizlik yani düzensizliktir. Bu düzensizlik halinde ise ne Allah Teala tanınabilir, ne kul kendini tanıyabilir. İşte Allah Teala başta kendini tanıtmak ve kullarına ilim hikmet öğretmek için kullarını bildiği hallerine uygun, yine kendisinin belirlediği bir düzen ve olaylar silsilesi belirleyip kullarını bu düzen içinde yaşatmasına “kader” diyoruz.
Evet; kadersizlik olursa (bizim için) düzensizlik, karışıklık, ilimsizlik, hikmetsizlik ortaya çıkar. Aslında kadersizliğin örneğini Hz. Adem yaratılmadan önce geçen zamanda görebiliyoruz. Yani Allah Teala kaderde bir süre kadersizliği de dilemiş olabilir ki kadersizlik görülsün, kaderin hikmeti bilinsin. Rivayetlerde belirtildiği gibi o zamanlar özellikle cinler, hayvanlar ve belki melekler arası o kadar karışık zamanlar ki; İblis bile ilim ve hikmet işleri ile uğraşmak için hem cinslerinden kaçmış, mahlûkatın en şerlisi olduğu halde melekler onu mahlûkatın en hayırlısı olarak görüp ondan dersler almış, İblis’in o kadar ilim ve hikmet işleri ile uğraşmasına rağmen kadersizlik nedeni ile o kadar yanlış fikirlere kapılmış ki Allah’a isyan etmiş ve melekler dahi o kadersizlik içerisinde Allah’ı tanıyamamışlar ki “Yeryüzünde bir halife yaratacağım” diye buyurduğunda sorguya cesaret bulmuşlar. Ama Hz. Adem (as) yaratılıp, artık Allah Teala tam kaderi devreye sokması ile, daha o anda bir çok hakikat ve hikmet ortaya çıkmıştır.
Böylece görülebiliyor ki “kader” yaratılmış cümle mahlûkata ilmin en üst mertebesini kazanmaya yol açmış oluyor. Yani biz kullar için ilmin üç mertebesi vardır. Bunlar da düşükten yükseğe ilm-el yakin, ayn-el yakin ve hakk-al yakin mertebeleridir. Derler ki; bir kişi uzakta duman görse, sadece akıl yürütüp orada ateşin olduğunu bilmesi ilm-el yakin’dir. Biraz yaklaşıp ateşi gözle (yani tek algı kabiliyeti ile) görmesi ayn-el yakin’dir. Daha da yaklaşıp tüm hisleri ile görüp ateşi yaşaması hakk-al yakin’dir. O halde basit bir örnek olarak Allah’ı Şafi ismi ile tanımamız, bilmemiz istense ve kadersizlik cihetiyle düşünsek; iyileşmek için her türlü vesileler de yapıldığı halde bakıyoruz ki -Allah bazısına şifa veriyor, bazısına vermiyor- zihnimizde oluşan “acaba?” sorularından kurtulmaya çalışıp ve sadece akıl yürütüp Allah’ın Şafi olduğunu bilmek ilm-el yakin’dir. Bu durumda Allah Teâla'nın her hastalanana şifa verdiğini görsek ve akıl yürütüp Allah’ın Şafi olduğunu bilsek ayn-el yakin olur. Çünkü yaşanılan tecrübe tek boyutludur.
Kader ciheti ile düşünsek; Allah Teala’nın her hastalanana şifa verdiğini görsek yine ayn-el yakin’dir. Ama Allah Teala dilediğine ve belirlediğine şifa veriyor, dilediğine vermiyor; şifa vermeyip “ol” ya da “olma” demediği kul her türlü vesileyi yaptığı halde şifa olmadığı ve şifa veren başka bulamadığı gibi hiçbir sebep yokken dahi şifa verdiğine de kimse engel olamıyor. İşte bu hakk-al yakin; yani yaşayarak, her yönden tecrübe ederek, her türlü maddi-manevi hisler ile “acaba?” sorusunu bir daha sordurmayan şekilde bilmektir. İşte Allah Teala’nın her isim ve sıfatları bu şekilde, ancak kader cihetiyle, hakk-al yakin mertebesinde tanınabilmektedir. Bu nedenle de diyebiliriz ki; kaderi reddeden Allah’ı tanımakta ilm-el yakin mertebesinde kalır, kaderi kabul eden Allah’ı tanımaya hakk-al yakin’e kadar çıkabilir. İlm-el yakin'de ise ayağın kayma tehlikesi çoktur. Kişi bir anda kendini küfür, şirk veya yanlış itikat içerisinde bulabilir.
Daha önce de belirttiğim gibi, Allah Teala Kuran’ı öyle bir tarzda göndermiş ki iki zıt fikirdeki insanlar bile aynı ayet üzerinde aradığını bulur. Mesela şu bir yorumdur:
İblis “Ya Rabbi sen beni azdırdın” dedi, yani “kader” dedi ve suçu Allah’a attı, Allah’a iftira etti; böylece asi, yalancı ve lanetlenmiş oldu. Ama Hz. Adem “Ya Rabbi ben kendime zulmettim” dedi, yani bir nev'i kaderinin kendi elinde olduğunu görüp kendi eli ile cürüm işlediğini itiraf etti; böylece mümin ve Peygamberlerden oldu.
Ama bir yorum da şudur:
İblis, cinlerin içleri o kadar karışık olduğu için sıkılıp içlerinden kaçtığı, inzivaya çekilip ibadet-ilim-hikmet işleri ile o kadar ilgilendiği, melekler ona gıpta edip ondan dersler aldığı, yani Allah’ın ona itimat göstermesi için her türlü vesileyi kendi eli ile yaptığını düşündüğü ve “kadersizlik” cihetiyle yaptığının karşılığı olarak da bu itimatı beklediği halde; bakıyor ki Allah hiç yoktan birini yaratıyor ve ne yapacağı henüz belli olmayan ona daha fazla önem veriyor. Bir de bakmış ki; hiç farkında olmadan, işin sonunda kendisi de Allah’a asi olmuş. İşte Allah'ın bu takdirine “kader” diyerek tövbe edeceği yerde “Ya Rabbi ben senin sevgini elde etmek için bunca çalıştığım halde, sen tuttun beni azdırdın” deyip, bir de üstüne fikrinde daha fazla inatlaştığı için lanetlenmiştir. Çünkü onun kibri sadece ateşten yaratıldığı için değil, daha ziyade öncesinde yaptıkları ve bu yaptıkları karşılığında asıl itimadı kendisinin beklediği, Allah'ın da buna mecbur olduğunu düşündüğü içindir. Hatta, tüm insanı saptırma çabası ve Allah'tan süre istemesi İnsanoğlu'nun bu teveccühe değmediğini kendince ispat etmek içindir.
Hz. Adem de yaratılınca bu sefer Hz. Adem bakıyor ki; hiçbir sebep olmadığı halde birçok isim ve ilim biliyor, melekler ona secde ediyor, çok güzel bir cennette eşi ile yaşıyor. Demek tüm bu şeyleri o da kendi meziyetleri sayesinde sanmış. Bir de şeytanın aklı ve fikri ile hareket edip, o ağaçtan yiyerek kendi eli ile bu itimatı koruyabileceğini düşünmüş. Ama işin sonunda anlıyor ki; kazın ayağı hiç de öyle değil. Yani kul kendi meziyetleri ya da kendi yaptıkları ile değil, Allah ne dileyip karar verdiyse onu elde ediyor. Böylece “Ya Rabbim bu şeyleri kendimden sandım, kendi ellerimle devam ettirebileceğimi düşündüm ve bu fikirlerle nefsime zulmettim” diyerek önceki fikirlerinden tövbe etmiş, Allah’ın kaderine teslim olmuş ve müminlerden olmuştur.
Bu yorumun bir desteğini şundan anlıyoruz. Melekler önceden İblis’den dersler aldığı için, onlar da benzer fikirlerden etkilenmişler. Çünkü Allah Teâla “Yeryüzünde bir halife yaratacağım” diye buyurduğunda Allah’a söylediklerini ayetin mealinden aynen yazıyorum; “Biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ettiğimiz halde, sen yer yüzünde bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?”. Yani Allah’a karşı yaptıklarını kendi ellerinden ve kendileri sayesinde görüp İblis’in fikri gibi bu itimatı kendilerine bekleyerek söylemişlerdir. Ama en güzel cevabı Rabbimiz “Ben sizin bilmediğiniz ve bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim” şeklinde vermiştir. İşin sonunda melekler de Hz. Adem (as) gibi aynı hakikati hakka-al yakin olarak kavramıştır. O halde hem bu hakikati göstermek, hem de yukarıda yazdığım bunca gaybi meselelerdeki yanlışlarımdan Allah’a sığınmak için; meleklerin tövbesi ile bitireyim.
Allahümme Subhaneke, la ilme lena illa ma allemtena, inneke ent-el Âlim-ul Hakim.
Son bir not olarak şunu da yazayım. Buradaki,
  1. Subhaneke: Allah Teâla “Yeryüzünde bir halife yaratacağım” diye buyurduğunda; melekler sanki boş, gereksiz veya zararlı bir iş yapılıyormuş gibi cevap vermişler. Yapılan tenzih bunun içindir. Çünkü Allah noksanlıktan münezzehtir.

  2. La ilme lena illa ma allemtena: İlk yaratıldıklarından beri geçen milyonlarca yılda kendi çalıştıkları ile değil, ancak Allah'ın onlara verdiği kadar ilim kazandıklarını itiraf etmişler ve "kader"e iman etmişlerdir.

  3. İnneke ent-el Âlim-ul Hakim: Zaten önceden de Allah'ın Âlim ve Hakim olduğunu bilip zikrediyorlardır. Demek önceden ilm-el yakin bildikleri için ama o olayı maddi-manivi yaşayıp her yönden tecrübe ederek hakk-al yakin olarak gördüklerinden "Gerçekten ve kesin olarak Sensin" şeklinde tekrardan söylemişlerdir.

.
  • Index: 0, Number: 1
  • Index: 1, Number: 2
Günün Ayeti
Mü'minler ancak kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını düzeltin. Allah'tan korkun ki merhamete lâyık görülesiniz.
Hucurat - 10
Günün Hadisi
Size nafile namaz ve sadakadan daha güzel ameli bildireyim mi? İki kişinin arasını düzeltmektir.
Tirmizi - T5020