بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
مَا كَانَ إِبْرَاهِيمُ يَهُودِيًّا وَلاَ نَصْرَانِيًّا وَلَكِن كَانَ حَنِيفًا مُّسْلِمًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ ⚛
İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif bir müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi. (Al-i İmran Suresi, 67)
مَا كَانَ إِبْرَاهِيمُ يَهُودِيًّا وَلاَ نَصْرَانِيًّا وَلَكِن كَانَ حَنِيفًا مُّسْلِمًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ ⚛
İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, hanif bir müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi. (Al-i İmran Suresi, 67)
Bir Hadis-i Şerif'te Rasulullah (a.s.m) şöyle bahseder "Ben, atam İbrahim'in duası, kardeşim İsa'nın müjdesi ve annem Amine'nin rüyasıyım." Madem Rasulullah (a.s.m) üzerinde Hz. İbrahim'in (a.s.) duasının bereketi de vardır, o halde Halimullah olan Hz. İbrahim'i (a.s.) de kısaca tanımak gerekecektir.
Putperestliğin Tarihi
Öncelikle, Putperestliğin başlangıcı daha çok nefisten ve o nefsi tahrik eden şeytandan dolayıdır. Cahillik ise putperestliğin yayılmasını hızlandırır ve nefsi daha kolay işlettirir.
Hz. Adem’den (a.s.) beri insanlar Allah’ın (c.c.), yani bir yaratıcı olduğunun haberini almışlardı. Fakat bilindiği gibi Allah (c.c.) ile konuşan ya da melekleri vasıtası ile iletişime geçenler sadece peygamberlerdi. Sonuçta da Allah Teâlâ, melekler, mahlukat, ahiret, din vs. hakkında tüm bilgiler peygamberler ile gelir. Fakat "cin olmadan adam çarpmak" gibi, kendisi peygamber olmadan insanların nefsine göre bu konularda bilgi üretmesi bozulmaları meydana getirdi.
Mesela; daha Hz. Adem (a.s.) zamanında, evlatları arasında en muteber görülen Habil ve Kabil sınandı. Allah Teâlâ Habil’in kurbanını kabul etti, Kabil’inkini reddetti. Bu durum Kabil’in nefsine ağır gelince iyice kendini kaybetti ve hem Habil’i öldürdü hem de kendine yakın olanlarla beraber peygamberden uzaklaştı. Fakat Allah’dan (c.c.) haberleri olduğundan ama onlara doğru bilgi getirecek bir peygamberden uzaklaştıklarından; gittikleri yerde daha çok Kabil’in nefsinden ve kendi nefislerinden gelen bilgilerle hareket ettiler. İlk yanlış inançlar da böyle başladı. Onlardan dünyaya gelen herkes de kendini bu bozulma içerisinde buldu.
Evet! insanın bir yaratıcıdan haberi varsa ama cahil kalmış, nefsi esir almış ve peygamberden de uzaklaşmışsa ya da onu reddetmişse; o yaratıcı için istediği her özelliği ve her şekli verebilir. Bu sondan kurtulmak hiç de kolay değildir. İşte Hz. İbrahim’in (a.s.) kıssası bu konuda çok hikmetlidir.
Hz. İbrahim (a.s.)
Rivayetlere göre Hz. İbrahim (a.s.) toplumdan uzak, gizli bir yerde doğmuş ve büyümüştür. Fakat orda, annesi ve ona bakanlar sayesinde bir yaratıcı olduğundan haberdardı. Kendisine anlatılanlar ile ve bulunduğu ortama göre yaratıcısını tanımaya çalışırdı. Mağaradan çıkıp halka karıştığında, o da babasını ve kavmini puta tapanlar olarak bulmuştu. Bu durumdaki her insan gibi, o da kolay şekilde putperestlik akımına kapılabilirdi.
(Hz. İbrahim) Hani babasına ve kavmine "Sizin karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir?" demişti. Onlar da "Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk" dediler. (Enbiya Suresi, 52-53)
Fakat Kuran’dan da anlaşıldığı üzere, Hz. İbrahim (a.s.) peygamberlik verilmeden önce de bu konuda nefsini karıştırmayarak, akıl ve mantık kullanarak, yaratıcıyı kendi kabulü çerçevesinde izah ederek değil de yaratıcı nasıl olması gerekse kabullerini ona göre değiştiren şekilde takva ile Allah’ı (c.c.) tanımaya çalışırdı. Aynı yolla halka da hakikatleri göstermeye uğraşırdı. İşte peygamberlik verilmeden önce bu yolla inandığı ve yaymaya çalıştığı iman esasları, hakikat ile de örtüştüğü için, "Hanif Din" olarak anılmaktadır. Hz. İbrahim (a.s.) bu konuda rüştünü kazandıktan/gösterdikten sonra ona peygamberlik de verilmiştir ve müslüman olmuştur.
Andolsun, daha önce de İbrahim’e rüşdünü (irşat kabiliyetini, doğruyu yanlıştan ayırma yeteneğini) verdik. Biz zaten onu biliyorduk. (Enbiya Suresi, 51)
Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü: "Rabb'im budur." dedi. Yıldız batınca da:" Ben batanları sevmem." dedi. Ay'ı doğarken gördü: "Rabb'im budur." dedi. O da batınca: "Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum." dedi. Güneş'i doğarken görünce: "Rabb'im budur, bu hepsinden büyük." dedi. O da batınca dedi ki: "Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım." (En'am Suresi, 76-78)
(Putlarını kırılmış bulunca) “Ey İbrâhîm! Bizim ilâhlarımıza bunu sen mi yaptın?” dediler. Dedi ki: “Hayır! Bunu şu büyükleri yapmıştır. Konuşabiliyorlarsa, onlara sorun bakalım!” (Enbiya Suresi, 62-63)
Hz. İbrahim (a.s.) bu gibi yollarla ve izahatlar ile elbette ki, çevresindeki birçok kişiyi etkilemiştir. Onlardan biri hanımı Sare ve bir diğeri Hz. Lut'tur (a.s.) ki, Hz. İbrahim’in (a.s.) yakın akrabalarıdır. Sonrasında kendisine peygamberlik verilince Allah’ın (c.c.) emriyle halkın en ileri geleni ve küfürde en ileri gidenine (Nemrut'a) tebliğ için gönderildi. Bu konuda aralarında münazara da oldu.
Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp böbürlenerek) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, “Benim Rabbim diriltir, öldürür.” demiş; o da, “Ben de diriltir, öldürürüm” demişti. (Bunun üzerine) İbrahim, “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir” deyince, kâfir şaşırıp kaldı. Zaten Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Bakara Suresi, 258)
Nemrut münazaralarda sıkıştığında ve konusu ahirette verilecek cezalara geldiğinde, "ben de ateşte yakarım" diyerek, Hz. İbrahim (a.s.) için büyük bir ateş hazırlattı ve onu ateşin içine attırdı. Ama Allah'ın (c.c.) emriyle, ateş Hz. İbrahim'i (a.s.) yakmadı.
“Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol” dedik. (Enbiya Suresi, 69)
Al-i İbrahim (a.s.)
Hz. İbrahim'in (a.s.) ilk hanımı Hz. Sare validemizdir. Rivayetlere göre Hz. İbrahim (a.s.) ve Hz. Sare çok yakın akraba çocuklarıdırlar. Hz. Lut (a.s.) da Hz. İbrahim'in (a.s.) yeğeni olarak bilinmektedir. Bu konudaki mevcut olan bir karışıklığı çözmek için, tamamen kendi tefekkürüm olarak, aşağıdaki şekilde bahsetmek istiyorum;
❝
Hz. İbrahim'in (a.s.) annesi ona daha hamile iken, öz babası vefat etti. Kur'an'da bahsedilen Azer ise onun amcasıdır. Bu nedenle onları Azer korudu ve geçindirdi. Daha çocukken annesi de vefat edince Azer onu tamamen yanına ve toplum içerisine aldı. Muhtemelen Azer, Hz. Sare validemizin babasıdır. Bu nedenle Tevratta ve bazı İslami kaynaklara göre Hz. İbrahim (a.s.) ve Hz. Sare'nin şeceresi aynıdır. Yani Azer, Hz. İbrahim'in (a.s.) amcası, sosyal tabirle babası gibi ve kayınbabasıdır. Nitekim;
Evlatlıklarınızı da öz çocuklarınız (gibi) kılmamıştır. (Ahzab Suresi, 4)
Azer putperest biriydi ve kesin olarak müşriklerdendir. Hz. İbrahim'in (a.s.) de topluma karışmasını ve toplum gibi olmasını isterdi. Fakat toplumun anlamadığı ve çekindiği halleri yüzünden kimse ona kız verecek gibi değildi. Bu yüzden Hz. Sare'yi onunla evlendirdi. Hz. İbrahim (a.s.) Azer'in vefatından sonra affı için dua etse de kabul edilmemiştir.
❞
Hz. İbrahim (a.s.) Hz. Sare ile peygamberliğinden önce evlenmiştir. Hz. Sare validemiz, saliha bir kadındı ve Allah'ın (c.c.) değer verdiği biriydi. Eşinin de kim, nasıl biri olduğunu bilirdi ve Hz. İbrahim'e (a.s.) de bağlıydı. O da elbette ki, Hz. Hatice annemizin Peygamber Efendimiz'e (a.s.m.) ilk inanan olması gibi Hz. İbrahim'e (a.s.) ilk inanan olmuştur. Tevratta anlatılan ve sanılan gibi eşine baskın ve kıskanç biri de değildir.
Ateşe atılma hadisesinden sonra, hicret etme kararı almışlardır. Bu hicretten sonra yaşanan her olay ise, Allah'ın (c.c.) bilgisinde ve hikmeti dairesinde, asıl maksadı gerçekleştirmek için tespih tanesi gibi dizilmiş olaylardır.
İbrâhim dedi ki: "Ben, Rabbimin gitmemi emrettiği yere doğru gidiyorum, O elbet bana yol gösterecektir. Ya Rabbî, salih evlatlar lütfet bana!" Biz de ona halim bir oğul müjdeledik. (Saffât Suresi, 99-101)
Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Lut (a.s.) ve Hz. Sare validemiz hicret için yola çıkarlar. Gittikleri bir yere vardıklarında Hz. İbrahim (a.s.) yolculuk yaptıkları bu gruplarından "kardeşler" olarak bahseder. Nitekim bu ifade yukarıda yaptığım kendi yorumuma göre kinaye olarak da uygundur. Kendilerinden böyle bahsetmeleri elbette Allah'ın (c.c.) bir işareti ve emri ile olmuştu. Hatta bu durum ileride oğlu Hz. İsmail (a.s.) ile geçecek olan şu olaya benzemektedir;
Muhakkak ki ben rüyamda seni kesiyor görüyorum. (Saffât Suresi, 102)
Vardıkları o yere ulaştıklarında Hz. İbrahim (a.s.) Hz. Sare validemize, kendilerinden "kardeşler" olarak bahsedeceğini söylemiştir. Hz. Sare validemiz de Allah'a (c.c.) ve peygamberine güvenmiş ve Hz. İbrahim'e (a.s.) itaat ederek ihlasını ispat etmiştir. Vardıkları yerin efendisi Hz. Sare validemizden murad almak istediğinde; Hz. İbrahim (a.s.) ve Hz. Sare, Allah'a (c.c.) sığınmışlar ve Allah Teala da açık şekilde Hz. Sare validemizi korumuştur. Onların bu ihlaslarına karşılık olarak, Allah Teala o yerin efendisinin kalbine hükmetmiş ve onları çeşitli mallar ve Hz. Hacer validemiz ile hediyelendirmiştir.
Hz. Hacer validemiz ise Hz. Sare'ye cariye olarak verilmiştir ve kısa sürede o da Hz. İbrahim'e (a.s.) inananlardan olmuştur. Hz. Sare validemizin bir evladı olmuyordu. Bu yüzden, Hz. Hacer validemizin karakterindeki güzel vasıfları gördüğü ve peygamberin soyunun devam etmesi için, onu azat etmek ve Hz. İbrahim'e (a.s.) nikahlamak istedi. Kendi gönül rızası ile buna vesile oldu. Kısa sürede Hz. Hacer validemizden Hz. İsmail (a.s.) doğunca Hz. İbrahim'in (a.s.) çok sevindi. Oğlunu da herşeyden çok sevmeye başladı.
Allah Teala, Hz. Sare validemize gerçekten değer vermektedir. Çünkü o Allah'a (c.c.) ve Peygamberine itaat eden, saliha bir kadındı. Ayrıca o, ileride doğacak olan Hz. İshak'ın (a.s.) ve onun soyundan devam edecek, seri ve büyük bir peygamber silsilesinin annesidir. İsmail (a.s.) doğunca Hz. Sare validemiz hem sevindi, hem de Hz. İbrahim'in (a.s.) onlara ilgisini görünce mahsun oldu. Ama durumu Hz. İbrahim'e (a.s.) şikayet ettiğini de söyleyemeyiz. Bu mahsunluk vesilesiyle Allah Teala benzer bir emir ve işaret daha gönderdi. Bu işaret üzerine de Hz. İbrahim (a.s.), Hz. Hacer validemizi ve çok sevdiği oğlu Hz. İsmail'i (a.s.) başka bir beldeye götürdü. Çünkü Allah'tan (c.c.) bir işaret olmasa bunun gibi ya da gittikleri bir beldede kendilerini "kardeşler" olarak tanıtmak gibi bir şeyi yapmazdı.
Rabbi ona “Teslim ol” dediğinde, (Hz. İbrahim) “Âlemlerin Rabbine teslim oldum” demişti. (Bakara Suresi, 131)