
İkincisi, Daha “la ilahe illallah”a tam riayet etmediğimizden, “la ilahe illallah”dan sonra gelen “muhammedu-rrasulullah”da da dikkatimizden kaçan ince esaslar bulunmaktadır. Sonuçta ikisi beraber kelime-i tevhidi oluşturmaktadır. Birini reddetmek ikisini birden reddetmekten farksızdır.
Mesela, “la ilahe illallah”ı reddeden zaten Peygamber’i (a.s.m.) kabul etmez. Peygamber’i (a.s.m.) reddeden; mahlûkatın en üstünü, âlemlere rahmet olan, kâinatın dahi onun hürmetine yaratıldığı, tüm insan ve cinlerin peygamberi olan Rasulullah’ı (a.s.m.) göndermeyen, gönderse bile tabi olunmaya gerek görmeyen bir ilaha inanıyorlar ki bu da “la ilahe illallah”a uymaz. Bu nedenle “la ilahe illallah”ı önceki yazıda bahsettiğim gibi kabul eden her insan “muhammedu-rrasulullah”ı da şart görür. Çünkü taştan tasviri oyulabilen tek bir ilaha da inanılsa, gökte güneş suretinde görülen tek bir ilaha da inanılsa, Rasulullah’ı (a.s.m.) göndermeyen tek bir ilaha da inanılsa böyle bir ilah yok ve böyle bir ilaha inanan da mümin sayılmaz.
Öncelikle “muhammedu-rrasulullah” dememiz onun (a.s.m.) makamı itibariyledir, peygamberliğini ve Allah’ın (c.c.) kelamının nakilcisi olduğunu tasdiktir; sonra vazifesi itibariyledir, ona (a.s.m.) bu makamı ve görevi Allah’ın (c.c.) verdiğini , dolayısıyla ona uyulması gerektiğini ikrardır; sonra kulluğu itibariyledir, Allah’a (c.c.) nasıl bir kul olması gerektiğine dair kendimize en güzel örnek kabul etmektir. Ama daha sonra da zatı itibariyledir ki, Allah’ın (c.c.) onun (a.s.m.) zatına verdiği kıymeti, ehemmiyeti görmektir.
Bir hadis-i kudside Allah Teâlâ (c.c.), Efendimiz’e (a.s.m.) buyuruyor ki “Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım”. Şimdi Allah (c.c.) ehemmiyet verdiği şeyin mahvolmasını istemediğinden biz de nefsimizle ve vicdanımızla düşünüyoruz ki; Allah (c.c.) şu kainata-dünyaya büyük ehemmiyet vermiştir, bu nedenle dünyada karışıklık, savaş, zulüm vs. istemiyor düzen, birlik, beraberlik istiyor ve bu nedenle din göndermiştir. Ya da Allah (c.c.) insanlığa büyük ehemmiyet vermiştir, bu nedenle insanların cahil, aç, hasta, kâfir kalmasını istemiyor herkesin mümin, huzurlu olmasını istiyor ve bu nedenle din göndermiştir. Ya da Allah (c.c.) cennete büyük ehemmiyet vermiştir, bu nedenle cennetin boş kalmasını istemiyor kullar ile dolmasını, şenlenmesini, muhabbetlenmesini istiyor ve bu nedenle din göndermiştir. Ama Allah Teala (c.c.) böyle olmasına ehemmiyet vermiyor ki, “la ilahe illallah”ın yanına “muhammedu-rrasulullah”ı koymakla ve “Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım” buyurmakla asıl neye ve kime ehemmiyet verdiğini gösteriyor. Çünkü dünyada zulüm bitmiyor ve kıyametle tamamen mahvolacağını vaat etmiş; insanların, cinlerin her türlü hali var ve çoğunluğunu da cehenneme göndereceğine söz vermiş; aklımızın alamayacağı genişlikte uzay içerisinde bir tek şu küçücük dünyada yaşıyoruz, geri kalanı da boş ve bu örnekle cennetin dahi genişliğini, her bir kula düşen cennet miktarını söyleyerek cennetin de ne kadarının boş kalacağını göstermiştir. Demek, tüm âlemler de mahvolsa, tüm insanlar-cinler-melekler de cehenneme gitse, bir tek Rasullullah (a.s.m.) cennete girse Allah’ın (c.c.) bir noksanlığı olmaz.
Ancak! “Sen olmasaydın” demekten bir maksat da onun peygamberlik ve kulluk sıfatını nazara vererek yapılan bir kinayedir. Peygamberlik ve kulluk vasıflarında en toplu ve en üstün halde bulunan o (a.s.m.) olduğu için onun (a.s.m.) üzerinden kinaye yapılıyor. Yani bu hadis içerisinde şu mana da var “Rasulüm, sendeki peygamberlik vasıfları ile şereflenmiş elçilerim ve sendeki kulluk bilinci ile bana inanmış, itaat etmiş, sana tabi olan ümmetin ve onlar gibi nice peygamberlerime de uyan, tabi olan kullarım olmasaydı âlemleri yaratmazdım.” İşte cennet dahi bu kullar için yaratılmıştır. Ama dikkat edilirse Allah’ın (c.c.) bu kullara ehemmiyet vermesinin nedeni, o kullarda yine Rasullullah’da (a.s.m.) bulunan Allah’ın (c.c.) sevdiği ve ehemmiyet verdiği (tamamı olmasa da) bazı vasıfların bulunduğu içindir. Bir rivayette “Rasulullah’ın şefaati olmasa kimse cennete gidemez” buyuruluyor. Demek her şey onun varlığının bulunması bereketiyledir.
Peki, “muhammedu-rrasulullah” demeyen cennete giremeyecek midir? Ben de fikrimi belirtecek olursam cevabı “Evet, giremeyecektir”. Elbette ki Allah (c.c.) fazl-ı keremini göstermek adına bundan istisna tutacağı bir takım kullar bulunabilir. Ama istisnalar kaideyi bozmaz ve parmakla sayılabilecek sayıdaki bu istisnai kulları, milyonlarla beraber izafe etmek de olmaz. Peki neden? veya –‘la ilahe illallah’ diyen cennettedir- hadisini nereye koyacağız? Şöyle ki;
- Kişi eğer “muhammedu-rrasulullah” demiyorsa ya “la ilahe illallah”dan da haberi yoktur ki “la ilahe illallah” dememiştir, ya da atalarına gelen hak dini-itikadı o derece bozulmuştur ki dalalete, sapıklığa, şirke girdiklerinden “la ilahe illallah” kalplerinden çıkmıştır. Birinci ihtimal zordur çünkü yüz yirmi dört bin peygamberden bahsettiğimize göre her kavmin ataları içlerinden peygamber çıkmış ve “la ilahe illallah” teklif edilmiştir. O halde ikinci ihtimal doğrudur ve onlara cennet haramdır.
- Kişi eğer “la ilahe illallah”ı biliyorsa, bu ‘en az bir peygamberden haberi vardır’ demektir. Çünkü peygamberler olmaz ise “la ilahe illallah” da bilinmez. Biz de biliyoruz ki her peygamber kavmini, ümmetini Rasulullah ile müjdelemiştir. Buna rağmen “muhammedu-rrasulullah”ı kabul etmiyor veya bilmiyorsa, ya inkârdır ya da bozulmuş dinlerini ve “la ilahe illallah”a dair yanlış itikatlarını düzeltme ihtiyacı görmeden, araştırmadan inançlarına devam ediyor demektir. Bunlar da cennete giremezler.
- Allah Teâlâ (c.c.), Rasulullah’a bu kadar ehemmiyet verdiği halde onu (sav) inkâr edenleri ve Allah onlara bildirmediği için değil sırf kendileri gaflete girdikleri için onu (sav) bilmeyenleri cennete alacak olsa; bu Allah’ın (c.c.) ona verdiği kıymeti sonradan düşürmesi olur. Allah Teâlâ (c.c.) ona verdiği kıymeti düşürmez.
- Eğer Rasulullah, kendini inkâr edenlere ve gafletlikleri sonucu onu bilmeyenlere şefaat etse; bu da Rasulullah’ın kendisini Allah’ın (c.c.) nazarındaki önemini düşürmesi olur. Çünkü o zaman Allah’ın (c.c.) kendisine verdiği önemi ve ayrıcalığı istismar ve su-i istimal etmek olur. Rasulullah, her duası kabul olacağı halde böyle bir istismara yeltenmemiştir. Hem böyle bir şefaat, Rasulullah’da olmayan şey olan “tekebbürün” neticesidir ve onda sonuna kadar bulunan “teslimiyete” aykırıdır. Çünkü tanıyabildiğim kadarı ile Allah (c.c.) şunu sorar “Ben sonsuz merhamet sahibi olanım. Sen benden de mi merhametlisin ki; ben beni inkâr edenleri-tanımayanları-çok iyi bildiklerimi ebedi cehenneme attığım halde, sen seni inkâr edenlere-tanımayanlara-tanımadığın ve bilmediğin kimselere şefaat ediyorsun ve hikmetime karışıyorsun”.
İşte bu ve daha fazla nedenlerle “muhammedu-rrasulullah” demeyen cennete giremeyecektir. Kaldı ki; duyduğu halde “muhammedu-rrasulullah” demeyenin cennete giremeyeceğini herkes söylüyor ama sırf haberleri yok, tebliğ onlara ulaşmadı diye “muhammedu-rrasulullah” demeyenin cennete girebileceğini düşünsek dünyanın öbür ucuna gidip İslam’ı teblip etmeye gerek kalmazdı. Hatta daha zararlı bir iş olurdu. Çünkü haberleri yok diye “muhammedu-rrasulullah” demeyen bir kavmin tamamının cennete gitme ihtimali vardı, ama tebliğ gelince çoğunluğu inkâr etti ve bu nedenle cehenneme kesinlikle gitti. O halde tebliğ etmemek daha hayırlıdır sonucu çıkar ki, çok yanlıştır.
Hâlbuki tebliğ, insanları cehennemden kurtarmak için yapılır. Bu nedenle bir kısım sahabeler ve sonra gelen büyük zatlar -ister “la ilahe illallah” desinler, ister demesinler- her yere ve herkese ulaşıp “muhammedu-rrasulullah”ı haber vermek için uğraşmışlardır. Çünkü Allah’ın (c.c.) (‘artık tamamlayarak kemale erdirdiğim ve böylece öncekileri iptal edip, tek şart koştuğum’ dediği) İslam’ı üzerinden gönderdiği kişi Rasulullah’tır, hadisleriyle Kuran’ı en güzel şekilde tefsir eden Rasulullah’tır, hayatıyla İslam ve Kuran’ı en güzel aktaran Rasulullah’tır, kulluk vasıflarında en güzel örnek Rasulullah’tır, binlerce yıl önceki tüm ümmetlere de onu (sav) haber verdiğine göre Allah’ın (c.c.) kendinden sonra en çok bilinmesini istediği kişi Rasulullah’tır. O halde tebliğ de, gerçek hizmet de, hakiki itikat da, cennet ve kurtuluş da “la ilahe illallah” ile “muhammedu-rrasulullah”ı da kabul ettirmek ve ona (sav) taat ettirmektir. Geri kalanı kısır bir uğraştır.