Müslüman ve "Terörist" Tabiri

Asım Sabit.... 24 Aralık 2014 Çarşamba.... 0 Sesli Oku / Durdur

Nasıl ki eskiden müslümanlar barbarlık ile suçlanıyordu aynen şu zamanda teröristlik ile de zihinlerde benzer algı oluşturulmaya çalışılıyor. Maalesef bu oyun tutmuş ki müslümanlar arasında bile birbirlerini teröristlik ile suçlamalar ve düşmanlıklar görülüyor. Evet bir kısım müslümanlar cihat iddiası ile çok yanlış şiddet ve cebir eylemleri uyguluyorlar. Ama müslümanlar arası yakınlaşmadan bahsederken birimizin terörist suçlamasına karşı onların da ihanet ile suçlaması bu yakınlaşmanın önünde bir engel daha oluyor.
Elbette bu konu karışık olmakla beraber çözümü de zor. Hatta her hatalı adım, geri dönüşü daha da zor ayrılıklara yol açabiliyor. Sonuçta en çok müslümanlar arası gönül birliği etkilendiği için ben de blogumda kardeşlikten bahsettiğimden belki birşeyler yazmam gerekir. İnşallah hata yapmış olmam.

Öncelikle din adına eylemlerini vacip gören bu kardeşlerimize bizler de "terörist" yakıştırmasından kaçınmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Onları bir terörist olarak değil de içtihadı ve itikadı hatalı müslümanlar olarak görmeliyiz. Hatta önceki tüm yazılarımda bahsettiğim itikadı, içtihadı, fikri, amacı, hizmeti farklı ve bir kısmı bizce de yanlış nice müslümanlarla alakalı kardeşlik meselelerine bu müslümanlar da dahildirler.
Evet, her ne kadar yaptıkları eylemler, verdikleri tahripler, alakalı-alakasız alınan nice canlar vicdanları tamamen yaralasa da; temelde yatan sorun içtihat ve itikattadır. Mesela; nasıl ki kaderi reddetmek bir itikad ve içtihat hatası ise, içlerine düştükleri durum nedeniyle şiddeti, öldürmeyi caiz görmek de bir içtihat ve itikad hatasıdır. Hatta bazen imani bir meseledeki hata ve inadına bunu yaymaya çalışmak, böyle bir şeyi caiz görmekden daha zararlı olabilmektedir. Çünkü Bakara Suresi 217. ayeti gösteriyor ki; adam öldürmek büyük bir günahtır ama fitneye sebep olmak çok daha büyük bir günahtır. İşte, önceki tüm yazılarımda itikadında, hizmetinde doğru yada hatalı, hatasında bilinçli yada bilinçsiz nice farklı cemaat, tarikat ve kesimler hakkında yazdığım hüsn-ü zan ve kardeşlik meseleleri gibi bu kesim müslümalar için de hüsn-ü zan yolu vardır. Eğer müslümanlar arası kardeşlik kurmak istiyorsak bu hüsn-ü zanlara da ihtiyacımız vardır.
Peki, bu müslümanlara karşı ne şekilde davranmalıyız? diye düşünecek olursak, ilk olarak "emr-i bil maruf, nehyi anil münker" kaidesi burada da geçerlidir. Bu kaidenin verdiği bir ders de "bir müslümanın doğrusu desteklenecekse öncelikle diğer müslümanların desteklemesi, yanlışına engel olunacaksa başka dinden insanların eline bırakmadan yine diğer müslümanların engel olmaya çalışması" gerektiğidir. Her ne kadar öncelikle o duruma düşmemeye çalışmak gerekirse de, buna en güzel örnek, bu durumlar için bir hikmet olsun diye yaşandığına inandığım olay olan Cemel Vakası'dır. Bu vak'a da Üstad Bediüzzaman'nın bahsettiği gibi temelde, içlerinde bulundukları durum neticesi bir içtihat yapan ve elindeki imkan miktarınca bu içtihadın gereğini yapmak isteyen bir müslüman kesim ile, onların bu içtihadının hatasını ve sonucunun zararını gören ve elindeki imkan miktarınca engel olmaya çalışan diğer bir müslüman kesimin yaşadığı bir olaydır. Her insaflı olan tasdik eder ki, bu her iki kesim de cennetliktir.
Bu durum elbette ki son çare olması gerekendir ve öncesinde çokca iletişime geçip istişare ve ikna yolu seçilmelidir. Ama mecbur kalınıp silah zoruyla yanlışlarına engel olunacaksa da, başka türlü ayrılıklara sebep olmamak için, güvenilir ve kabuledilmiş bir kişi yada meclisin liderliğinde diğer tüm kesimlerin birleştiği bir ümmet olarak yapmak gerekir. Herkesce malumdur ki böyle bir birliktelik de ancak müslümanlar arası kardeşliği sağlamakla olur. Aksi halde sadece belli kesimlerin vereceği sert karşılık ile fitne bitirilmez, belki daha da çoğalır. Hem, "terörist" suçlaması iletilen müslümanları dahi "kardeş" olarak görmemiz gerektiğine açıklayıcı bir izah olması için, ahirzahman olaylarından olup Mehdi (k.s.), Hz. Mesih (a.s.) ve Deccal ile alakalı uzun bir hadisin bir kısmını yazmak ve fikrimi belirtmek istiyorum.
Rumlar, A'mak veya Dibak'a inmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Onlara karşı o gün Medine'den yer ehlinin en hayırlılarından bir ordu çıkacaktır. Onlar saf tuttukları vakit Rumlar 'bizimle bizden esir alınanların (iman edip bizden koparak sizin kesimlerinizde bize karşı olanların) arasını serbest bırakın onlarla harbedelim' diyecekler. Müslümanlar da 'Hayır! Vallahi sizinle (din) kardeşlerimizin arasını serbest bırakmayacağız' diye cevap verecekler. Neticede onlarla harbedecek ve (müslümanlardan) üçte biri bozguna uğrayacak, Allah onlara ebediyyen tevbe nasip etmeyecektir. Üçte biri de öldürülecektir ki onlar Allah indinde şehitlerin en üstünü olacaklardır. Üçte biri de fethedecekler ebediyyen fitnelenmeyeceklerdir. Neticede Konstantiniyyeyi fethedeceklerdir. Gaziler kılıçlarını zeytin ağaçlarına asmış ganimetleri taksim ederken o anda şeytan, aralarında: 'Şüphesiz aileleriniz Deccal'in eline geçti' diye bağıracak, onlar da oradan çıkacaklardır. Halbuki bu (haber) batıldır (asılsızdır).....
Fikrimi belirtecek olursam: "Rum" diye tabir edilen ordu "A'mak" ve "Dibak" olarak tabir edilen beldelere de girmek isteyecekler. Burada inişten kasıt, bir üst toprakları feth ederek gelineceği değil, hatta böyle yapamadıkları için mecburen havadan indirme yapılarak gerçekleşeceğidir. Hem "inmedikçe kıyamet kopmayacaktır" tabiri gösteriyor ki "Rum"lar öncesinde birçok farklı İslam beldelerine aynı gerekçelerle aynı indirme, çıkarma ve saldırıyı yapacaklar, ta ki şimdi o topraklara da bunu yapacaklar ve bundan sonra bir daha bir İslam beldesine böyle birşey yapmayacaklardır. Hadisteki "medine" herhangi bir şehir tanımlaması olarak da geçmekte olup kasıt sadece Medine-i Münevvere olmayabilir, hangi şehir ya da ülke olduğunu Allah bilir. Ama müslümanlar içerisindeki en hayırlı zümrelerden (yakınlık ve kardeşlik ile ittifak kurarak) oluşan bu zümre artık "Rum"ların amaçlarına engel olmaya çalışacaklardır. "Rum"lar "bizden ve sizden ayrılıp bu beldelerde toplanan ve şimdi de hem bize hem size, anlaşmalarımıza, çıkarlarımıza karşı savaş çıkarıp terör estiren bu örgütlere saldırma konusunda bize destek olun ya da en azından aramızı serbest bırakın ve yolumuzu açın ki onları yok edelim ve bölgeye düzen gelsin" gibi şeyler söyleyecekler. Ama o müslüman zümre "Hayır! kardeşlerimizle sizin aranızı serbest bırakmayacağız. Onlar hakkındaki hükümünüze ya dahil olacağız ya da kendi içimizde çözeceğiz, gerekirse cezalarını da biz vereceğiz, ama o kardeşlerimizi de artık sizin insafınıza terketmeyeceğiz" gibi cevap verecekler. Bu durumda çıkacak olan "harp"i "Rum"lar ile daha çok siyasi, o müslüman örgütlerle ise daha çok silah ile olarak da düşünebiliriz. İşte müslümanların bir kısmı kendi canları (amaçları) için bu "harp"te destek vermeyecekler. Bir kısmı bu "harp" sırasında ağır bedeller ödeyecekler. "Konstaniniyye" ile kasıt İstanbul olmayıp, kinaye yapılarak o zamanlardaki durum olarak hristiyanlığın merkezinden bahsediliyor ve fetih ile de kasıt (tepkide) üstünlük ve (adalette) saygınlıktır. Yani "Kılıçlarını zeytin ağaçlarına asmış" denmesi de gösteriyor ki 'dinlerarası diyalog meselesi' yazısında bahsettiğim ikinci itifak gibi bir antlaşma ve barış da ortaya çıkacak. "Ganimetleri taksim ederken" denmesi de aynı yazıda bahsettiğim o ikinci ittifakın neticesinde İslam'ın elde edeceği karları ve her müslüman kesimin de bu kardan pay alıp nice harici kimselerin kendi cemaatleri içerisine müslümanlar olarak gireceğini beyan ediyor. Sonuçta Deccal tabir edilen kişi ve komitesi, bu ittifak neticesi ile müslümanları dağıtmak için perde gerisinden "Rum"ları da kullanmaktan ümit keseceği için, mecburen direk kendisinin ön planda olduğu bir fitne içerisine girecek. İşte Deccal'e dair hadislerde bahsedilen birçok fitne ve olay bundan sonra gerçekleşecektir.
Tüm bu bahsettiklerim elbette ki benim tefekkürlerimdir. Doğru olduğuna ve böyle yaşanacak diye inat da etmiyorum, çünkü doğrusunu ancak Allah bilir. Ben, sadece hadislerde bahsedilen olayların fantastik değil aksine ne kadar mümkün olduğunu ve bu mümkünat içerisinde tüm müslümanlar ile beraber "terörist" dediğimiz müslümanları bile kardeş görmemiz gerekeceğini göstermeye çalıştım. Sonuçta "Hırsızlık yapan, kızım Fatıma da olsa, elini keserim" diyerek adalet timsali olan Peygamber Efendimiz'in (sas) ümmetiyiz. Bunun gibi o tür müslümanların yaptıkları eylemlerin cezası da bizde olabilir, hatta olmalıdır. Ama (haşa) evladının hırsızlığı neticesinde o "el kesme" adalet için gerçekten olsa idi, Peygamber Efendimiz'in (a.s.m.) onu evlatlıktan reddetmeyeceği gibi; yaptıkları eylemler neticesinde adalet için ve ümmet olarak o kesimlerin yaptıklarının karşılıklarını versek de, onları kardeşlikten reddetmek zorunda da değiliz.
Son olarak bu konuda bir açıklama daha yapayım. Cemel vakası öncesindeki tepki Hz Ayşe validemizin yaptığı ve bu konuda yapılabilecek en masum bir içtihat hatası olmasına rağmen; Hz Ali efendimizin verdiği karşılık onun adalete verdiği önem ve ciddiyetini gösterip; her türlü öldürmeyi, şiddeti, dünyevi ve manevi değerlere karşı tahribi caiz görmek gibi çok bariz bir hataya verilen karşılıktaki adalet ve ciddiyetimiz için bize örnektir. Hem, aslında böyle bir vaka oluşmayacaksa da oluşması için çalışılmış gayet planlı bir fitne de vardır. Günümüzde ise bu fitnelerin çok daha büyükleri uygulanmaktadır. Bu fitnelerin amacı da malum olduğu üzere kardeşliğimize engel olmaktır. Bu fitneler içerisinde harici örgütlerin planları ile kurulmuş cemaatler, tarikatlar, mezhepler, şiddet ya da barış örgütleri de olabilir. Ama bunların binlerce belki yüzbinlerce taraftarı olsa, her birini "Biz İslam'a hizmet gibi görünüp aslında engel olmaya ya da yanlış yönlendirmeye çalışıyoruz" şeklinde ikna etmek ve bu şekilde müslümanlar içerisinden taraftar toplamak imkansızdır. Bu nedenle (varsa) bu planları bilenler o kesimlerin başındaki sayılı kişilerdir, geri kalanların hepsi ise o kesimden yayılan yanlış içtihata, itikada inandırılmış, kandırılmış ve o yanlışlar üzerinde ihlas kazandırılmıştır. Bu nedenle onları asıl fitnecilerin istediği tabirlerle suçlamaktansa içtihadı ve itikadı hatalı müslüman kardeşlerimiz olarak görmeliyiz. Bu kesimlerdeki kardeşlerimizin hepsi elbette mukavemet göstereceklerdir, yine de içlerinde sadece suçu olanlara adaletle cezaları verilirse engel olmayız ama "müslümanız" diyen hiçbirini (suçu olanları dahi) kardeşlikten de reddetmemeliyiz.

Site İçinde Ara
Günün Ayeti
Mü'minler ancak kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını düzeltin. Allah'tan korkun ki merhamete lâyık görülesiniz.
Hucurat - 10
Günün Hadisi
Size nafile namaz ve sadakadan daha güzel ameli bildireyim mi? İki kişinin arasını düzeltmektir.
Tirmizi - T5020