
Başta Üstad Bediüzzaman’ın “Zaman tarikat zamanı değil, iman kurtarma zamanıdır” şeklindeki sözleri ile beraber, Müslümanlar arası bir tartışmaya daha kapı açılmış olmaktadır. Şimdilerde hem tasavvuf ehli hem de diğer bazı cemaat ehli müslümanlar, Üstad’ın bu sözlerini tevil ederek arada çıkabilecek bazı husumetlerin önlerine geçmek istiyorlar. Bu durum hem sevindirici hem de arada kardeşlik köprülerinin kurulmaya başlanacağına dair umut vericidir. Bu duruma, az da olsa ben de bir katkıda bulunayım diye birkaç fikrimi beyan etmek istiyorum.
Öncelikle Üstad Bediüzzaman başta kendi fıtratı ve şu zamanın ihtiyacı gereği Risale-i Nur mesleğini "Tarikat" mesleğinden ayırmış. Her ne kadar bu iki meslek ayrı olsa da; Üstad’ın hayatına bakıldığında, Risale’ler okunduğunda ve hatta namaz tesbihatına kadar birçok tatbikatlara dikkat edildiğinde; aslında bu iki mesleğin aynı caminin iki minaresi, aynı yolun iki şeridi olduğu görülebilir. Ama Üstadın bu ayrımın üstüne basa basa vurgulaması ve “Zaman tarikat zamanı değil, iman kurtarma zamanıdır” sözünü tekrar tekrar belirtmesinin özel ve genel birçok boyutu vardır.
Birincisi, hukuk boyutudur. O zamanlarda “tarikat” adı altında bir takım cezalar yasalaşmış, tekke ve tarikat medreseleri yasa yoluyla kapatılmış olduğundan, kendi mesleğinin tarikat olmadığını tekrar tekrar vurgulayarak bu yasaların ve cezaların Risale-i Nur mesleğine uygulanamayacağı belirtilmek ve savunma yapılmak isteniyor.
İkincisi, deşifre boyutudur. Üstad, yine de kendisine ceza vereceklerini çok iyi bildiği için, “tarikat” olmayanlara da zulüm edildiğini nazara vererek, aslında özü hakikat olan ama “öcü” ve engellenmek istenen özel bir şey gibi sunulan “tarikat” bahanesi altında tüm İslam’ın engellenmek istendiğini deşifre etmek istiyor.
Üçüncüsü, hakikat boyutudur. Yani hem kendi zamanının hem de sonra gelecek zamanların kendine mahsus şartları gereği, tarikat hizmetinin genel kesim içerisinde tam olarak yapılamayacağı ve bu hizmetin daha çok cemaatleşme şeklinde devam edip asıl tarikatın Mürşid’e çok yakın belli bir çerçevede devam edebileceği belirtiliyor.
Bu üçüncüsünü açacak olursak Üstad’ın zamanındaki tazyikatlar iman hakikatlerine yoğunlaşmayı gerekli kılıyordu ve sonraki zamanlar için aslında tasavvuf ehli kardeşlerimiz için bir müjde ve yakın tarih Sadat-ı Kiram (k.s.) efendilerimizin kerametkerane haberlerine tasdik ortaya çıkıyor. Çünkü bu yolun müntesipleri o kadar artmış ve daha da artacak ki; asıl tarikatı, birebir mürşid terbiyesini, medrese tarzı bir ilim eğitimi ve seyr-i süluğu ancak Mürşid’e en yakın olanlar yaşayabilirken; geri kalan ve halen işinin yoğunluğuna kendini kaptıran, çevresinin fikri tazyikatlarına uğrayan, özellikle siyasetin boğuşmalarıyla meşgul edilen, böyle meşguliyetler neticesinde nefsinin yeniden canavarlaşması tehlikesi bulunan ve şeytanın her daim saldırısına açık olan çoğunluk ise tarikat adaplarıyla nefsini terbiye edip, kalbine zikri alıştırıp imanını koruma ve kurtarma şeklinde devam edebilecektir.
Mesela, daha altmış-yetmiş yıl önce bir beldede bu yolun yolcuları bir otobüse sığabilirken, “Gün gelecek insanlar Şeyh’in olduğu beldede bir hafta kalacak ‘Şeyh’imin sarığının ucunu gördüm’ diye sevinip geri dönecektir” şeklindeki sözler o kalabalığın ne haddeye varacağını belirtmektedir. İşte şimdiki kalabalıkta bile Şeyh’in direk nazarına, hitabına uğramak ve feyz almak zordur ki; o zamanki kalabalıktaki sofilerin çoğunun bu feyzden mahrum kalacağı görülüyor.
Mesela, her Mürşid tarikat adaplarında içtihat yapabilir. Bu hakikat olarak da hakkı ve gereğidir. Daha yüz yıl önceki Sadat-ı Kiram (k.s.) efendilerimiz zamanındaki içtihatta bir sofi tarikatı, tövbeyi ve talimatı direk Mürşid’den ve elini tutarak alırken; “Gün gelecek Şeyh’in bulunduğu beldeyi ziyaret etmek tövbe almak için yetecek” şeklindeki sözler o kalabalıklar ve şartlar içinde içtihadın ne dereceye ulaşacağını gösteriyor. Direk Mürşid huzurundaki tövbe ile böyle bir içtihattaki tövbenin feyzi arasında elbet seviye farkı olacaktır.
İşte bu nedenle ehl-i tarik kardeşlerimiz başta Üstad Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur hizmetindeki kardeşlerimize kızmamalı. Çünkü saydığım bu örneklerdeki zamanlar özellikle ahirzaman ve Deccaliyet fitnelerinin zamanıyla da kesişeceği ama o kalabalıklar içerisinde Mürşid’den ve tarikattan alınacak feyz kısmen düşük olacağı için bu ve o zamanlarda tarikat adapları ve dersleri ile birlikte daha ziyade iman kurtarma ve iman hakikatleri ile ilgilenmek gerekmektedir. Bunun için de Risale-i Nur’lardan da yardım almak ve diğer tüm cemaatlerle de kardeşlik kurmak lazımdır. Kaldı ki Nakşibendi yolunun yakın zaman Allah dostlarından birinin “Nakşibendi yolu Hz. Mehdi'ye kadar devam edecek ve Hz. Mehdi'ye intikal edecektir” sözü tarikat hizmetinin biteceğini değil, saydığım bu dönüşümün gerçekleşeceğini ve Hz Mehdi’nin yolunda diğer cemaatlerle kardeşlik kurularak devam edeceğini belirtmektedir. Hem belirtmek isterim ki; Risale-Nur’un tarikat ve tasavvufun hakikatini çürütmediği aksine yücelttiğine ben, tasavvufun hakikatine Risale-i Nur vesilesi ile vakıf olarak bir Mürşid-i Kamil’i ziyaret ve elini öpme isteği doğmaklığımla şahidim. Hatta Üstad Bediüzzaman’ın belirttiği gibi onbeş senelik medrese tahsilinin getirdiği tahkik-i imaniyi, onbeş hafta ya da kabiliyetine göre onbeş saatte Risale-i Nur okuyanlar elde edebiliyor. İşte tarikat ehli sayısının çok kısa zamanda bu kadar artmasını Risale-i Nur’un da bir nuru olarak görüyorum. Hem, kendi şahit olduklarım neticesinde diyebilirim ki; şu zamandaki bir Mürşid-i Kamil müridlerinin tarikatta ne kadar ileri olduğuna, adaplarını yapıp yapmadığına bakmadan eskiye göre daha fazla ve daha geniş kesime himmetlerini ulaştırıyorlar, demek ki o zatlar da iman kurtarma meselesini en öne almışlar. Allah hepsinden razı olsun.
Risale-i Nur hizmetindeki kardeşlerimiz de tarikat ehli kardeşlerimizi ve mesleklerini hiçbir zaman küçümsememeli. Çünkü malumdur ki kıyamete yakın zamanda Kuran ve hükümlerinin unutulduğu, sadece belli ve az bir kısım insanlar tarafından tam olarak devam ettirildiği zamanlar da gelecek. Aklen dahi tasdik ederim ki, her zamanda var olan ve kıyamete kadar sürecek olan hizmet tarikat hizmetidir. Çünkü Dinlerarası Diyalog Meselesi yazımın sonunda belirttiğim gibi, Hz Mehdi ve Mesih (a.s.) dan sonraki ortamdan etkilenmeyecek olanlar bir Mürşid-i Kamil’in direk kendisinin gözetiminde toplanmış olan tarikat ehli kardeşlerimizdir. Çünkü, artık ben de eminim ki hakiki şeriatın ve saf(doğru ve temiz) itikadın koruyucuları, taşıyıcıları Mürşid-i Kamil'lerdir. Hatta “Kıyamet inkârcıların üzerine kopacaktır” hakikatini ve “Kıyamet, Allah Allah diyenlerin üzerine kopmayacaktır” hadisini tevil ederken, kıyamete yakın önce müminlerin ruhlarının suhuletle kabzedileceği, kıyametin ondan sonra kopacağı belirtiliyor. Demek bu olay “Allah Allah…” zikrini kendilerine her daim vird edinmiş ehl-i tarikat çerçevesinde, bu yolun Veli ve Mürşid-i Kamil zatların kerametlerinden son bir keramet olarak yaşanacak. Hem madem gerçek manada iman, Kuran ve Sünnet hakikatleri kıyamete kadar bu zümre ile devam edecek; demek gerçek Risale-i Nur hizmeti de onlarla kıyamete kadar devam edecektir. Çünkü nasıl ki “sadeleştirme” yoluyla kardeşlerimiz farkında olmadan Risale-i Nur hizmetinde bir kısım zararlar başlattı, kıyamete yakın bu zararlar kat kat artmış olacaktır. İşte o zamanlarda gerçek Risale-i Nur hizmetini de, yapısı gereği kendini koruyabilen tarikat ehli kardeşlerimizin devam ettireceğini düşünüyorum.
İşte son senelerde Risale-i Nur hizmetindeki ve ehli tarikat içerisindeki kardeşlerimde bir yakınlaşma görüyorum. İnşallah bu yakınlaşma tam bir kardeşlik hissiyatları ve hizmet-adap birlikteliği ile devam eder. Amin.