بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
تَنْزِيلَ الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ⚛
Aziz ve Rahim olan (Allah) göndermiştir. (Yasin Suresi, 5)
تَنْزِيلَ الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ⚛
Aziz ve Rahim olan (Allah) göndermiştir. (Yasin Suresi, 5)
“Tenzil”den apaçık bir hikmet elbette ki, Kuran’dır. Bu hikmetiyle aslında Yasin Suresi’nin ikinci ayetine direk bağlıdır ve bu ayetin devamıdır. Kuran Allah kelamı olduğu için, sonuçta Allah’ın hikmeti yönünde şekillenmiş. Dolayısıyla Kuran’ın tarzı da, dünyadaki herhangi bir kitaptan farklı ve daha üstün bir tarzdadır. O halde onu bu dünya tarzı ile düşünemeyiz. Mesela öyle iki ayetler vardır ki; arasında farklı konuda onlarca ayetler bulunur, ama bu iki ayet birbirinin devamıdır. Aradaki onlarca ayetler ise bu iki ayetin sayısız hikmetini göstermek için yine sayısız hikmetlerle bezenmiş bir haşiye, bir örnekleme, bir temsil ya da bir açıklama gibi vs. özellikler taşıyor. İşte bu nedenle, işin bu hikmetini bilmeyenlerde, sure içerisinde sanki konudan konuya atlanmış ve bir önceki konu bitirilmiş ya da yarım kalmış gibi düşünülüyor. Allah’ın sayısız hikmetlerinden bir hikmet olarak, bu tarzı da göstermek adına, haddime olmadan, Yasin Suresi’nin 1-5 arası ayetlerini beraber şu şekilde mealen yazacağım: “Ey kulum, andolsun hikmet dolu olan bu Kuran, ki sana indirildiği için sen de peygamberlerdensin ve her peygamber gibi sırat-ı müstakim üzeresin, Aziz ve Rahim olan Allah tarafından indirilmiştir”.
Bu girişi sırf, sürekli anlatmaya çalıştığım ve Kuran’ın ne kadar çok hikmetler taşıdığını, dolayısıyla Kuran’ı anlamak için ne kadar geniş düşünme yollarının bulunduğunu, bu yollarla ne kadar farklı ama hakikatli hikmetlere ulaşılabileceğini göstermek adına, basit bir örnek olması için yaptım. Belki ilerdeki yazılarda da, bu kastettiğim tarz meselesini kullanacağım ve biraz daha açıklık getireceğim. İşte bu nedenle ben de iddia ediyorum, hiçbir mahluk bu Kuran’ın tamamını idrak edemez. Bu girişten sonra benim asıl vurgulamak istediğim konu, hikmetlerden bir hikmet olan, kardeşliğe geçmek istiyorum.
Madem Kuran’ı anlamada bu kadar geniş yollar ve hikmetler var, o halde ihlaslı bir hocanın yaptığı farklı bir meal ya da tefsire hemen kızmamak gerekir. Hele ki, bu hocaların ardından giden cemaat üyelerinin birden galeyana gelerek sözlü ya da fiili çatışmaya da girmemesi gereklidir. Sonuçta bunlar da bir nev’i içtihat ve tefekkürdür. Daha önce de vurguladığım gibi, böyle bir içtihat ve tefekkürde hata da yapılsa bir sevap vardır. Mesela Üstad Bediüzzaman gibi bir çok ehl-i insaf, “Cemel Vakası” olan Hz Aişe validemiz ile Hz Ali (ra) arasındaki kavganın bir içtihat farkı nedeniyle çıktığını ve iki tarafın da sırf Allah rızasını gözettiği için cennetlik olduğunu belirtmektedir. Tek fark birine bir sevap, diğerine iki sevap vardır. Ama o kavga ve çatışma, ümmet içerisinde bir yara oluşturmuş ve halende o yara ümmetin sırtındadır. İşte şu zamanda kendi aramızda, kendi tefekkür ve içtihadımız neticesinde cemaat ve tarikatlar arası çıkan kavgalar da aynen bu şekilde ihlaslı ve Allah rızası içindir. Bu kavgalara müdahil cemaat ve tarikatların da bir kısmına bir sevap, bir kısmına iki sevap vardır. Ama sorun şu ki bu kavgalar, 1400 yıl önce çıkmış ve halen ümmetin boynunu büken ve dessasların “mal bulmuş mağribi” gibi tırnaklayıp kanattığı yaraya sebep olan o kavga gibi, kendi içimizdeki bu tür kavgalar da yaramızı daha çok büyütmektedir. Bu yarayı büyütmek yerine kardeşliği sağlamaya çalışıp bu yarayı tedaviye almamızın ve yazdığım bu fikirlerle de artık çok eskimiş o eski yarayı da tedavi etmemizin zamanı geldi de geçiyor bile. Çünkü bu kavgaların doğurduğu şerler, kazandığımız bir ya da iki sevabın doğurduğu hayırları neredeyse yuttu yutacak!