Yasin Suresi 10 - (Uyarının Tesir Etmemesi)

Asım Sabit.... 21 Şubat 2014 Cuma.... 0

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَسَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
Onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. (Yasin Suresi, 10)
Bu ayete de baktığımızda sadece küfre ya da dalalete sapanlar hakkında olduğu düşünülebilir. Yani ne kadar uyarılsa da uyarılmasa da, onlar hakkında hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini ve asla iman etmeyeceklerini belirtiyor. Ama yine de ayetin içinde saklı birçok manada Müslümanları da içine alıyor. Çünkü önceki iki ayet Müslümanların dahi üzerinde bulunan belaları belirttiği gibi, bu ayet de o belaların ve içimizdeki bazı hissiyatların, hallerin sonucunu bize bildiriyor. Yani ne olursa olsun, zamanla bazı hakikatler ortaya çıkmasına ya da hakikat güneş gibi ortada olmasına rağmen Müslümanlar da dâhil çoğu insanın eski fikir veya hatalarında ısrar etmesinin nedenlerini tefekkür etmemizi sağlıyor.

Birincisi, ayetin bize ilk çağrıştırdığı hissiyat olan “inat”tır. Yani küfre sapanlar, cahilliklerinden dolayı inatlaşmaya kadar gittiklerinden onlara hiçbir uyarı tesir etmemektedir. Bizim için kötüsü ise böyle bir inat, Müslümanların kendi bazı fikir ve fiillerinde de görülmektedir. Özellikle siyaset, tarafgirlik, menfi milliyetçilik gibi meseleler bu inadı daha da körüklemektedir. Mesela sonuçta hiçbir kesim tam doğru değil; bir kesim diğerini yanlışları hususunda sert bir şekilde uyardığında, diğer kesim “illa da benim yaptığım doğru” dercesine kendine göre deliller ortaya sunuyor ve uyaran kesimin kendine ait yanlışlarını da ortaya dökerek ondan daha sert şekilde karşılık veriyor. Hatta bu atışmalarda bir noktadan sonra karşının doğruları bile yanlış sayılmaya başlanıyor. Bu noktadan sonra istedikleri kadar bu iki kesim birbirlerini uyarsın, üçüncü kesimler de istedikleri kadar bunlara Müslümanlar arası kardeşlik hukukunu, sabrı, itidali, mümine karşı müşfik hususunu, ehl-i zulüme karşı birlik olmayı nazara versin; sanki bu kesimlerde hiçbir şey değişmiyor. Hatta durum ciddi üste çıkma kavgalarına kadar gidebiliyor. En acısı ve bu inadın son noktası ise, zamanında kendisine çok çektirmiş harici ve zülumkar bir kesimden, muarızına karşı destek mesajı geldiğinde onun desteğine sarılmaktır.
İkincisi, önceki iki ayette bahsettiğim belaların artık zihinleri uyuşturup başka şey düşündürecek zihin bırakmamasıdır. Yani küfre sapanlar kendisinin ve ailesinin tüm maişet yükünü, her işini tam yolunda götürme yükünü fikren kendi üzerlerine aldıklarından, bu maişeti ve işi korumak adına gerekli tüm sebeplerle ilgilenmeye çalıştıklarından, biran için bunlardan zihni dağılsa zarar göreceklerini düşünüp başka şey düşünemediklerinden, bunlardan zihinleri yorulsa uhrevi meselelerle ilgilenmek yerine sufli meselelerle ilgilendiklerinden yine hiçbir uyarı tesir etmemektedir. Aynen bunun gibi, önceki iki ayetteki belalar biz Müslümanların da başında olduğundan eğer bu belalar def edilmemişse, cemaat ve tarikatler hakkında da bir uyarı yapıldığında hiçbir tesir etmediği görülüyor. Hatta Müslümanlar kendi hayırlı hizmetlerini ve tatbikatlarını korumak ve devam ettirmek adına da tüm işlere koştuklarından, küfre sapanlara göre yükleri daha fazladır.
Üçüncüsü, tasavvufta tabir edilen hallerden olan kişinin “sekr hali”nde olmasıdır. Mesela kişi Allah’a yaklaşmaya devam ettikçe yaklaşır ve her yaklaşma durumunda iki hal üzere bulunur. Birisi “sekr” yani sarhoşluk hali, diğeri “sahv” yani ayıklık halidir. Bulunduğu yüksek makamın ve kazandığı yüksek ilmin kendine çok güzel görünmesinin etkisinde kalıp “sekr” olan kişi (Aşığın, her güzeli kendi sevdiğine kıyaslaması gibi) her hakikati ve hikmeti kendi makamı, ilmi ve fikri dairesi içerisinde tartar. Bu halde olanlarda şeraite ve hakikate uymayan hareketler, fikirler sıklıkla görülür ama bu halde olanlar yaptıklarını ve fikirlerini şeraite, hakikate tam uygun görürler. O yüzden sekr, yani halinden sarhoş olmuş denilir. Bunlara da uyarı ve tavsiyeler çoğunlukla etki etmemektedir. Bu durumda Allah’a daha fazla yaklaşacak bir hal de bulunamaz. Ancak “sahv hali”nde olup makamının, ilminin, kendi halinin farkında olanlar “Belki Allah’a yaklaştıkça şimdiki makamımda elde ettiğim fikirler değişecek ve bunlarda yanlışlıklar göreceğim” düşüncesiyle Allah’a yaklaşmakta devam ederler. Bu nedenle tasavvufta bahsedilir ki; “Ebrar”, Allah’a yaklaşmış kullardır. Allah’a Ebrar’dan daha yakın kullara “Mukarreb” denir. Ebrar’ın iyilik bulduklarını, Mukarreb’ler kötülük görürler”. İşte böyle bir sekr, yani sarhoşluk hali nedeniyle de cemaat ve tarikatlara yapılan uyarılar bazen etki etmemektedir. Zaten çoğu küfüre sapanlar kendi küfür makamı içerisinde sarhoş olduklarından, onları imana davet etmek bir fayda sağlamıyor, onları Allah’a imana yaklaştırmıyor.
İşte tüm bunlardan kurtulup, uyarıları duyabilip, yaptıklarımızın ve bazen iyilik görüp de aslında verdiğimiz zararın farkında olup kendimizi ve halimizi düzeltmenin; böylece de aslında başka bir Müslüman kesim ile kavga etmenin de gereksiz olduğunu görmenin yolu ve bu sayılan belalardan kurtulmanın çaresi bir sonraki ayette zikredilmektedir. Sırada onu yazacağım inşallah.

.
  • Index: 0, Number: 1
  • Index: 1, Number: 2
Günün Ayeti
Mü'minler ancak kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını düzeltin. Allah'tan korkun ki merhamete lâyık görülesiniz.
Hucurat - 10
Günün Hadisi
Size nafile namaz ve sadakadan daha güzel ameli bildireyim mi? İki kişinin arasını düzeltmektir.
Tirmizi - T5020