Aslında inancı hak ya da batıl olsun hemen hemen herkes beni kendine yakın bulur. Özellikle bir cemaat içerisinde bulunanlar, kendilerine olan ilgimi ve sevgimi görünce -beni kendi cemaatlerine çekme düşüncesiyle de- daha cana yakın muhabbette bulunuyorlar. Davete icabet ettiğimden ve bir cemaatin veya tarikatın birden çok kolu olduğunu önceden bilmediğim için aynı cemaat sanarak yanlışlıkla gittiğimden, birçok cemaat ve tarikat içinde ve bunların farklı bazı kollarındaki cemaatlerin sohbetlerinde bulundum. İşte önceki yazılarımda “Görüyorum ki…, bakıyorum ki…” diye başlayıp cemaatler ve tarikatlardan bahsettiğim bir takım özellikler, gerçekten gördüğüm içindir. Daha yeni zamanda gördüğüm bir şey daha var ki, onu da Mevlit Kandili’nde yazmak nasip oldu.
Her cemaatin sohbetleri sırasında, ya cemaatin başındaki biriyle alakalı ya da cemaatten herhangi biriyle alakalı, Peygamber Efendimize (aleyhissalâtü vesselâm) dair bir anısını ve rüyasını dinledim. Bu anılar ve sohbetler de o cemaatin makbuliyetini ve Efendimizin (a.s.m.) onlardan memnuniyetini göstermekteydi. Bunlardan sadece ikisini, sonrasında anlatmak istediklerimi daha iyi ifade etmek için yazacağım. Çünkü daha fazlası belki internetten bile bulunabilir. Ben ise dikkati, bunlardan fark ettiğim bir hakikate çekmek istiyorum. Aklımda kaldığı kadarıyla yazdığım için, yanlışlarım varsa Allah affetsin inşaAllah.
Bir cemaatin ihlâslı bir abisi anlatıyor ki; devamlı olarak toplu sohbetleri gerçekleştirdikleri bir evde sohbet sırasında uyuya kalıyor. Rüyasında aynı yerde aynı cemaat toplanmış yine sohbet ediyorlar. Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) da kapıya gelmiş ayakkabıları düzeltiyor. O ağabey “Siz zahmet etmeyin, ben yapayım” dediğinde Efendimiz (sav) “Olsun, bu ayakkabıların sahipleri pek büyük bir hizmet yapıyorlar ve hepsi de cennetliktir” diyor.
Bambaşka bir cemaatin ders veren bir hocası anlatıyor ki; cemaatin en başında bulunan bir Allah Dostu, umre sırasında, iki yüzden fazla kişiye sohbet anlattığı sırada birden ayağa kalkıyor ve “Aleyküm selam” diyerek oturuyor. Sonra da ne olduğunu soran oradakilere Rasulullah Efendimizin (a.s.m.) ziyarete geldiğini bildiriyor.
Yaşanabilir ve yaşandığı bildirilmiş en küçük ve en büyük ikisini anlattığım bu olaylar ve daha fazlası şunu gösteriyor. Nasıl ki Efendimiz (a.s.m.) doğduğunda ilk nefesinde ve vefatında son nefesinde “Ümmetim, ümmetim, …” demiş. Hem Tevbe Suresi’nde Allah Teâlâ'nın (c.c.) izah ettiği gibi[1] sadece peygamberliği boyunca değil belki ömrü boyunca ümmetinin sorunlarıyla ilgilenmiş. Hem mahşer gününde de ümmetinin o en büyük sorunu ile şefaat yoluyla ilgileneceğini de hadisler ile haber vermiş. Demek vefatı ve mahşer günü arasındaki zamanın Mü’minleri ile de –Onu miraca çıkartmış olan Allah’ın (c.c.) aynı lutfu ile- aynen ilgileniyor. Yani vefatının ardından bu kadar zaman geçmesine rağmen bile ümmetinden her bir kesimini tek tek ziyaret ederek hem teftiş ediyor, hem rahmet dualarında bulunuyor, hem de ihtiyaç halinde yardımda bulunuyor. Belki böylece, yine Tevbe Suresi’nin ≪Yapacağınız her şeyi Allah da, Rasulü de görüp değerlendirecek…≫[2] şeklindeki ayetini –şu zamanı da içine katacak şekilde- yine en güzel kendisi tefsir ediyor.
Yani, cümle ümmet bir ordu gibiyiz. Nasıl ki bir devletin ordusu çeşitli kollara ayrılır ve ayrı cephede savaşır. Ümmet de ayrı kollara ayrılmış aynı amaç için hizmet ediyor. Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) de başkumandan gibi her cepheyi gezip teftiş ediyor ve (hayatına, hadislerine bakılırsa) ümmetiyle iftihar etmek istiyor. İşte hayattayken ümmetinin en küçük kusuruna can sıkan ve hatta Kur’ân'da “…neredeyse kendini harap edeceksin”[3] hitabına uğrayan böyle en büyük rahmet örneği, en büyük vicdan sahibi, en üstün ahlaklı, en büyük kerameti olan miracı yanında küçük kalan –Hızır (a.s.) gibi- aramızda dolaşma kerametini gösteren ve bu dolaşma sırasında hiçbir ayrılık gözetmeyip her kesime uğrayan böyle bir zatın (a.s.m.) bizi de ziyareti sırasında, hayatı boyunca sağlamaya çalıştığı Müslümanlar arası kardeşliğe muhalif hareketler göstermek, kötü sözler sarf etmek ve onu üzmek Müslüman’a yakışmamaktadır. Hele ki onu seven, ona tabi olan, ona (a.s.m.) inen ayetlere uyan, sünnetine ittiba eden bir Müslüman’a hiç yakışmamaktadır.
Dolayısıyla ey kardeşlerim, madem biz Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa’yı (sallâllahü teâlâ aleyhi ve sellem) seviyoruz ve şuan aramızda olsa ona hürmetimiz sonsuzdur. En küçük sünnetlerine uymaya çalıştığımız gibi kardeşlik hakkındaki sünnetlerine de uyalım, birbirlerimizi destekleyelim ve kenetlenelim, hem bizi bizden daha çok düşünen o Habib'i (a.s.m.) sevindirelim hem de rahmet dualarına mazhar olalım. Rabbim onu ve “varislerim” dediklerini ümmetin başından hiçbir zaman eksik etmesin inşallah.
Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve eshâbihî ve evlâdihî ve ezvâcihî ve zürriyyetihî ve ehli beytihî ve ashârihi ve eşyâihî ve muhibbîhi ve ümmetihî ve aleynâ meahüm ecmaîn.
- ≪Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.≫ (Tevbe Suresi 128)
- (Tevbe Suresi 94)
- (Kehf Suresi 6, Şuara Suresi 3)