Her kesimin ve herkesin ittifakına göre “ahirzaman” olarak tanımlanan şu zamanın en büyük sıkıntısı Müslüman ülkeler, milletler, cemaatler ve tarikatlar arası birlikteliğin bulunmamasıdır. Çünkü bunun sonucunda her bir kesim maddi ve manevi olarak yalnız kaldığı için güçlü olamıyor veya gücünü tam olarak gösteremiyor.
Âlimler, Peygamberlerin varisleridir[1]. Düşünüyorum da; nasıl ki gayet zengin bir baba vefat ettiğinde, onun malı tüm evlatları arasında paylaşılır ve hiçbir evlat, babanın tüm malına sahip olamaz. Çoğunlukla da mirastan daha çok pay kapmak ya da hepsini almak hırsı ile evlatlar ve o evlatların kurdukları aile fertleri arasında tartışmalar zuhur ediyor. Hatta bunların çoğunda, kardeşlerini de düşünen bir evlat kendine kalana razı olup çekilmek istese de, aynı kardeşlik ve tek baba çatısı altındaki birliktelik etkisini hissetmedikleri için o evladın aile fertlerinin yanlış telkin ve etkisiyle o kavgaya dâhil oluyor.
Aynen bunun gibi diyebilirim ki, Peygamber Efendimizin (aleyhissalâtü vesselâm) bıraktığı gayet zengin mânevi ve ilmi miras âlimler ve evliyalar adedince, bunların ışığında ortaya çıkan mezhepler, cemaatler ve tarikatlar sayısınca ve herkesin kendi payınca paylaşılmıştır. Bu mirasın çoğunun ya da hepsinin kendinde toplanması hırsını taşıyan âlim az olmakla beraber; çoğunlukla bir âlim ve evliya etkisinde oluşan cemaat fertlerinin kendi başlarındaki zatların ve dolayısıyla kendilerinin oluşturdukları manevi ailenin üzerinde toplandığını görmek istemesi ve böyle göstermek hırsı ile benzer kavgalar zuhur ediyor. Hem sonuçta herkeste nefis var ve Kur’ân'dan anlaşıldığı gibi Peygamberler (a.s.) dahi nefislerine uymaktan Allah’a (c.c.) sığınmışlar. İşte ortaya çıkan bir sıkıntı daha ki, ihlâsını kaybetmemek için kendini olduğundan fazla görmeye çalışmayan, aksine olduğundan az gösteren zatları; cemaat fertlerinin onu olduğundan fazla göstermeye çalışmasıyla o zatların nefislerini tahrik ettiklerini ve ihlâslarına zarar verdiklerini bilmiyorlar. Hatta böyle şahısların nefsinde ve ihlâsında meydana gelebilen benzer etkiler, başlı ya da başsız olsun cemaatlerin oluşturduğu şahs-ı mânevi’nin sahip olduğu nefs-i mânevi ve ihlâs-ı mânevisinde de meydana gelebiliyor ve bu durum cemaatler, mezhepler arası tartışmaların öncelikli nedenlerinden birini oluşturuyor.
Ancak gözden kaçan bir husus var ki, kişi bu mirasın ne kadarına talipse o kadarını alır. Maddi değil, mânevi olduğu için de hiçbir azalma olmaz, herkese aynı miktar düşebilir. Bu miras yolunda yapılacak İslâm hizmeti çok geniş olduğu için, cemaatler ve tarikatların her biri bu toplu hizmetin farklı bir kısmına talip olmuşlar ve kendilerine göre olan hizmetlerini sürdürüyorlar. İşte kavganın bir nedeni olarak da, her bir kesimin kendine aldığı payın sanki mirasın tamamıymış gibi düşünmesidir. Meselenin bu kısmını Üstad Bediüzzaman, uhuvvetten bahsettiği risalelerinde ve özellikle “Kişinin benim mesleğim haktır demeye hakkı vardır, ama hak olan benim mesleğimdir demeye hakkı yoktur” şeklindeki tabiriyle çok güzel anlatmış[2]. Ben de ona havale ediyorum.
Benim diyebileceğim şudur ki: mirastan bize düşeni az ya da çok görebiliriz; bu önemli değil. Önemli olan, elimize geçen bu malı bizim kazanmadığımızı, bizim ancak mirasyedi olduğumuzu bilmektir. Dolayısıyla asıl mal hakkı Peygamber Efendimizin (aleyhissalâtü vesselâm) ve asıl övgü ona (a.s.m.) bu malı (yani maneviyatı ve ilmi) nasip eden Allah’ındır (c.c.). “Biz sana Kur’anı verdik…..Furkan’ı verdik”[3] gibi ayetler Kur’ân'ın dahi asıl mal sahibinin Peygamber Efendimiz (a.s.m.) olduğunu ispat eder. Çünkü buradaki “vermek” bir hikmette tam anlamıyla vermektir ve “biz sana şu kadar evlat ve bu kadar mal verdik” demekle aynı manadadır. Hatta belki “Biz sana Kevser’i verdik” ayetindeki “Kevser”in bir hikmeti de eski ve yeni ilimlerin, bilimlerin membağı olan Kur’ân'dır. Çünkü Efendimiz’in (a.s.m.) evladının vefatı sonrasında “soyu kurudu”[4] şeklinde arkasından konuşulması üzerine indiği rivayet edilen bu sure belki de, hiçbir babanın Kur’ân kadar devam edecek bir soy bulamayacağı ve hiçbir babanın Kur’an kadar çok malı âlimler kadar çok evlada miras olarak bırakamayacağı hakikatini bildirerek Efendimiz’i (a.s.m.) teselli etmektedir. İşte bu düşüncelerle, Müslümanlar arası kardeşliğin önünde duran “enaniyet” engelini kırabiliriz ve parçalanmış bu mirası tekbir çatı altında yeniden birleştirme girişiminde bulunabiliriz.
⚛⚛⚛
Ayrıca bu durum başka hikmetlere de kapı açıyor ki, bunlardan da başka yazıda bahsedeceğim, İnşaAllah.
- (Buharî; İlim, 1)
- Mektubat; Yirmi İkinci Mektup, Birinci Mebhas
- (Hicr Suresi, 87)
- (Kevser Suresi, 1-3)