Kötü Zannı Güzele Çevirmek - 3 (Tatbiklerimiz)

Asım Sabit.... 17 Aralık 2012 Pazartesi.... 0 Sesli Oku / Durdur

kötü zan, usül, tatbikat, semazen
Cemaatler ve insanlar arası kötü zanlar oluşmasına zemin hazırlayan en etkili durumlardan;
Üçüncüsü, cemaatlerin ve tarikatların yaptıkları tatbiklerdir[1]. Bunların, Allah (c.c.) ve İslâm adına yaptıkları hizmetler farklı olduğu için tatbikleri ve bu tatbikatları uygulama alanları da –doğal olarak– farklı oluyor.
Baktığımızda; sonsuz genişlikte hikmet sahibi Allah’a (c.c.) inanan, tüm kitapları içinde toplayacak genişlikte bilgileri içeren Kur’ân'ı okuyan, sadece Müslümanlara değil âlemlere rahmet genişlikte örneklik taşıyan Peygamber’e (a.s.m) itaat eden bir mü’min bu yolda atılacak adımların sadece kendi tatbiki ile sınırlı darlıkta olduğunu düşünmemesi gerekir. Böyle olduğu halde, bir cemaatten başka bir cemaate yaptığı tatbikatlardan dolayı kötü zanlar oluşuyor, hemen reddiyeler ve ithamlar başlıyor. Mü’min olarak da (eğer izale edilebilirse büyük ölçüde kardeşin kardeşe yakınlaşacağı) bu zanlardan önemle kurtulmamız gerekiyor. Bir kısım zanlar ise şunlardır;


Birinci Zan:
Tatbikatlarında kimisi sadece “Kur’ân okuyor, kimisi “Risale-i Nur okuyor, kimisi “Hadis ve Fıkıh kitapları okuyor, kimisi “Tasavvuf kitapları okuyor, kimisi takip ettiği hocanın kitaplarını okuyor. Sohbetlerinde, âmellerinde ve fiillerinde de bunları öne çıkartıyor. Her bir tatbikatın asıl amacı Kur’ân, iman ve ibadet hakikatleri olduğu ve cemaattekileri bu hakikatler ışığında yaşamaya teşvik etmek olduğu halde karşı tarafta sanki Kur’ân'ı arka plana atıp okuduklarına Kur’ân'dan daha fazla önem verildiği gibi bir zan oluşuyor. Hâlbuki kendisi Allah’ı (c.c.) ve Kur’ân'ı sevdiği, okuduğu kendine özgü kitaplar da Allah’ı (c.c.) ve Kur’ân'ı sevdirdiği, itimadı ve teşviki sürekli arttırmaya çalıştıdığı bir cemaatteki kardeşimiz düşünmelidir ki; karşı cemaatte kendine özgü kitapları okuyan ve sohbetleri dinleyen kardeşinin durumu da bundan farklı değildir. Kişi kendinde bundan başka bir maksat aramıyorsa, başka birinde de aramasına gerek yoktur.
Mesela; sen Padişah’ı seviyorsun ama ona uzak olduğundan tasvirlerini, işlerini tam anlamıyla bilemiyorsun. Padişah’ın yaşadığı memlekette bulunup az da olsa onu görmüş biri çıkıp sana her gün Padişah’ın güzel tasvirlerinden ve hikmetli işlerinden bahsetse, Padişah’ı sana tanıttığı ve daha bir sevdirdiği için o bahisçi adamı da seversin. Hatta o adama o tatlı tasvirleri yine duymak ve Padişah’ı daha fazla tanımak için tekrar ve tekrar gidersin, ona her daim pek bir hürmet ve ikram edersin. İşte başka biri çıksa ve senin bu hürmetini görse ve sana “Yahu! Sen Padişah’ı sevmiyor musun? Yoksa bu adamı mı daha çok seviyorsun?” dese ne kadar hakikatli bir sual olur? İşte her bir cemaatteki insanlar da Kur’ân'ı seviyor ama kendisini manalarına karşı pek uzak görüyor ve okuduğu kitaplar ve hocalar da aynen Kur’ân ve imandan bahsediyor ve onları tanıttırıp sevdiriyor.

İkinci Zan:
Bu tatbikatları uygularken cemaatlerin bazısı “taklid-i iman”, bazısı “tasdik-i iman”, bazısı da “tahkik-i iman” üzerinde duruyor. Bu farklılıkta dahi cemaatler arası reddiyeler ortaya çıkmış. Bakıyorum ki “tahkik-i iman” üzerinde duran “taklid-i iman” tehlikesinden bahsediyor, “tasdik-i iman” üzerinde duran “tahkik-i iman” tehlikesinden bahsediyor. Sanki bunlar ayrı olmalıymış ve beraber olamazmış gibi düşünülüyor. Hatta bunun için sahabelerden bir kısım örnekler dahi verilebiliyor. Hâlbuki sahabeyi sahabe yapan ve onları peygamberlerden sonra en büyük insanlar yapan şey hem tahkik, hem tasdik, hem taklit mesleğini bir arada yapmalarıdır.
Mesela; Hz. Ebu Bekir’in (r.a.), Peygamber Efendimiz'den (sallâllahü teâlâ aleyhi ve sellem) kendine vahiy indiğini duyar duymaz iman etmesi bir tahkiktir. Bir ömür tanıdığı ve kendinde hiçbir yalan, yanlış ve nefsi uğruna aldatma fikri görmediği ve “el-Emin” olan bir zat kendine peygamberlik verildiğini dahi söylüyorsa doğru söylüyordur diye tahkik edip iman etmiş. Hem miraç yolculuğunu duyduktan sonra “O ne diyorsa doğrudur” demesi de bir tasdiktir. Çünkü peygamber olmadan önce nazarında “el-Emin” olan ve peygamberliğini kabul ettikten ve üzerinde işaretlerini, mucizelerini ve kerametlerini gördükten sonra daha da bir emin gördüğü bir zatın böyle gaybi ve akıl almaz bir haberi karşısındaki teslimiyeti, tasdiktir. Hem O’nun peygamberliğini tahkik ve tasdik ettikten sonra ibadetlerinde, yemesinde, yaşamasında, amellerinde ve her şeyinde O’nun yaptığı gibi yapmaya çalışması da bir taklittir. Çünkü O’ndan daha emin ve güzel bir rahmet örneği bulamayacaktır ve bulmasına da gerek yoktur, o halde ne yapıyorsa onun gibi yapmalıdır. Bu nedenle Hz. Peygamber (a.s.m.) “Bütün insanlarin imanı bir kefeye, Ebû Bekir'in ki bir kefeye konsa, onun imanı ağır basardı”[2] demekle tüm maksat Ebu Bekir'i (r.a.) övmek değildir. Belki; çoğu insanlar ya taklit, ya tasdik ya da tahkik üzere iman ederlerken, Ebu Bekir (r.a.) gibi üç yolla birden (yani cami bir tarzda) iman ve itaat etmenin en ağır basacağını da bildirmektedir.
İşte bunun gibi sadece birine önem versek de hem “tahkik”, hem “tasdik”, hem “taklit” bizim için yakın değerde olmalı. Bunlardan biri için şu gibi zararı bulunma ihtimali var diyebiliriz, haklıdır da. Ama nasıl ki ateşin yüz faydası varken, dikkatsiz bir kullanımda ve çıkan yangında bin zarar verdirir ama bu durum kendimizden korkup ateşi kullanmamamız gerektiğini göstermez. Bunun gibi her bir iman mesleklerini de yanlış ve dikkatsiz kullanmak aynen aksi yönde zarar verir. Ama bunlardan bir veya ikisini, kendi ve başkalarının ihlâsından korkup kullanmamak ve gelecek sayısız ilim ve sevaptan mahrum kalmak, kendi mesleğindeki eksiklikleri karşısındakinin mesleği ile gidermeye çalışmamak acaba ne kadar akıllıca bir davranıştır?
⚛⚛⚛
Son olarak, seri halde yazdığım üç mesele haricinde diğer bazı zanlar da bulunmaktadır. Ama konu uzadığı ve bir kısmı hayat-ı içtimaiyeye ve siyasete baktığı için konuyu burada kapatıyorum. Bunlardan da belki başka yazılarda bahsederim.
  1. Yani, Allah ve İslâm adına yapılan hizmetlerin uygulanma metodu.
  2. (Tuhfetu’l-Ahvezî, 7/298-Şamile)

Site İçinde Ara
Günün Ayeti
Mü'minler ancak kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını düzeltin. Allah'tan korkun ki merhamete lâyık görülesiniz.
Hucurat - 10
Günün Hadisi
Size nafile namaz ve sadakadan daha güzel ameli bildireyim mi? İki kişinin arasını düzeltmektir.
Tirmizi - T5020