Kötü Zannı Güzele Çevirmek - 1 (Görevlendirildim)

Asım Sabit.... 10 Kasım 2012 Cumartesi.... 0 Sesli Oku / Durdur

kötü zan, seçilmek, seçilmiş, görevlendirilmiş
Görüyorum ki; türlü türlü cemaatlerin başındaki insanlar, kendi görüşlerinde pek samimiler. Her biri fikirlerine “ihlâs” ile bağlılar. Bu fikirler onları küfre götürmemiş, ibadetlerinde aksaklık getirmemiş. Aksine kendi ile beraber onu takip edenlerin de imanlarını sağlamlaştırmış, ibadetlerini devamlılaştırmış ve güzelleştirmiş. (Not: Kendisini takip eden ve destekleyenlerde ibadet ve şeriatı icra namına bir adım yol aldırmayan bir kısım hocalar bu yazının bahsi değildir)
Bununla birlikte, her birinin kendi mesleğine yoğunlaşması ve kendi cemaatinin anladığı dilden konuşması nedeniyle, bir cemaatten sarf edilen bir söz başka bir cemaatte kötü bir zan oluşturabilmektedir. Hâlbuki “Kardeşinin Etini Yemek” yazısında bahsettiğim ve Hucurât Suresi'nde Allah’ın (c.c.) bir kısmının haram olduğunu belirttiği bu zanlardan[1], herhangi bir haramdan çekindiğimiz gibi çekinmemiz gerekmektedir. Bunu sağlamak, yani haram olan zannı güzel olana çevrilmesini ummak için cemaatler arası tartışmalara sebep olan bazı meselelerden bahsedeceğim. Konu uzun olduğu için birkaç yazı altında yayınlayacağım.

⚛⚛⚛
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَكِنَّ اللّهَ رَمَى
(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. (Enfal Suresi, 17)
Bir mü'mine karşı kötü zan oluşturulan durumlardan;
Birincisi, kendime üstad kabul ettiğim Bediüzzaman’ın “yazdırıldı, ilham edildi” tabir etmesi veya bir cemaatin başındaki birinin “seçildim, görevlendirildim” şeklinde bahsetmesi, belki Allah’ın kendisi ile konuştuğunu ima etmesi, pek çokları tarafından itiraza sebep oluyor. Hem şeytanın vesveseleri, hem de İslâm’ı ve Müslümanları küçük düşürmek isteyen insanların maksatlı sözleri ile başka bir mü’minin aklında “peygamberlik iddiasında bulunduğu” zannı oluşuyor.
Hâlbuki, sadece kendi cemaatinin anladığı dilden konuşan ve belki teşbih ve mecaz kullanan bu insanların açık olarak böyle bir iddiası yoktur. Hem; kendisini sayan ve peşinden gidenler İslâm’a inandığı, Efendimiz’in (aleyhissalâtü vesselâm) peygamberlerin sonuncusu olduğunu bildiği, peygamberlik iddiasında bulunanı taş ve sopa ile kovalamaya hazır olduğu halde; o hocanın peşini bırakıp terk etmek yerine arkasında saf olup namaza devam etmesi gösteriyor ki, kendi içlerinde bile böyle bir iddiası yoktur.
Öncelikle, böyle bir zanda bulunmamızın gereksiz olduğunu düşünmeliyiz. Çünkü, nasıl ki Arap’dan en iyi Arap, İngiliz’den en iyi İngiliz anlarsa; bu hocaların tabirlerini de onu yıllarca takip edip ona bağlananlar anlar. Dolayısı ile o sözleri doğru anlamamız ve kastının ne olduğunu bilmemiz için bizim de yıllarca onun yanında amel etmemiz gerekir. Böyle bir şeyi yapamayacağımız için, kötü zanda bulunmamız hem mesnetsiz, hem haksız hem de gereksiz oluyor ki, Allah’ın (c.c.) haram kıldığı böyle mesnetsiz ve de aşırıya gitmiş zanlardır.
Bu durumda düşünmeliyiz ki, “kader” var. Kaderi de Rabbimiz tayin ettiği için; O dilediğine veriyor, dilediğine vermiyor. Bu nedenle “Allah bizi görevlendirdi” diyen biri kader itibariyle haksız değildir. Çünkü Allah’ın lütfu ile ilim sahibi olup, insanlar kendilerini takip eder olmuştur. Belki çevremizde nice âlim zatlar görebiliriz ama onlar ya ne kadar uğraşsa da böyle takip eden bulamıyorlar ya da bulmak da istemiyorlar. Bu, Allah’ın (c.c.) dilediğine nasip ettiğini gösterir. İşte elde ettiği ilime ve istesin ya da istemesin arkasında oluşan cemaate bakan bir hocanın “Demek Allah bana bir hizmet görevi verdi, ben de razı olup, bu görevi kabul ettim ve hizmetimi olabildiğince güzel yapmaya çalışacağım İnşaAllah” diye âmel etmesi günaha düşürmeyi bırakın, Allah’ın (c.c.) yanında mertebesini yükseltir. Belki bu yüzden onları tebrik edip saygı göstermek gerekir.
Hem Yâsin Suresi’nde geçen ve “mürselûn”[2] olarak tabir edilip bir şehirde görevlendirilen üç kişi hakkında çoğu tefsirciler, onların peygamber olmadığını belki Hz. İsa’nın (a.s.) havârileri olduğunu söyler. İster havâri olsun; ister yüksek iman, takvâ ve ilimden aldıkları ilham ile bu görevi yapsınlar her hâlükârda bunlar Allah’ı (c.c.) duymadıkları, onlara bir âyet indirilmediği ve Peygamberlik verilmediği halde; Allah’ın (c.c.) hem de Kur’ân'da “mürselûn” olarak bahsetmesi, böyle bir irşad ve iman hizmetinin ancak Allah’ın (c.c.) nasip etmesi, planlaması ve yönetmesi ile olduğunu gösterir.
Ayrıca bu hoca “ben seçildim” diyorsa, sadece kendi cemaatine söylüyor. Nasıl ki, Padişah bir askeri binbaşıya çıkartsa ve onun görevlerini o binbaşının bir eri yapmaya çalışsa, o binbaşının “Dur! Binbaşı benim, omzumdaki yıldızlar şahittir ve o görevler bana verildi. Sen beni dinle ve kendi görevlerini yap” demesi haksa; o hocanın da cemaatine “Rabbim beni başa getirip görevlendirdi, ispatı şunlardır, bana ayak uydurunuz” demesi de haktır.
“İlham” için ise âlim, hoca, evliya olmaya gerek yoktur. Avamdan evliyaya herkes için Allah’tan (c.c.) bir takım ilhamlar, ikramlar gelir. Eğer öyle olmasa bir avam nasıl imana gelip, imanını muhafaza edecektir? Hatta bazen herkese de olur ki, söylerken Allah (c.c.) söyletir, yazarken Allah (c.c.) yazdırır. Ayrıca; Allah’ın (c.c.) konuşması da yine herkes ile oluyor. Herbir insan namazda “İyyake nağbudu” derken nasıl Allah (c.c.) ile konuşuyorsa, Kur’an ayetleri yanında çevremizdeki her bir olayla, doğal işaretlerle Allah (c.c.) da bizimle konuşuyor. Ama herkes aynı oranda bunları duyup göremiyor ve akıl erdiremiyor. İşte aldığı ilim neticesiyle ve gelişmiş hikmet gözüyle, bir hocanın kalbine ve aklına gelen hakikatlerin doğruluğundan bahsederken kullandığı bu gibi tabirlerden hemen kötü bir zan çıkarmamak gerekir.
Mesela; ben blogdaki ilk yazılarımda aklımın karışıklığından bahsedip sonra “bir sadaka bile olsa sevap kazanmak için” diye yazdığım ve “Müslümanlar arası kardeşlik bağını güçlendirmek hizmetini yapmaya çalışacağım” diye belirttiğim zamanlarda yine aklım karışmış “Benden böyle bir şeye gerek var mı? Acaba yazılara devam etsem mi, etmesem mi? İnternet okyanusunda kim merak edip de okuyacak? En iyisi bugün Cuma namazında fazladan namaz kılayım, sonra cebimdeki tüm parayı sadaka vereyim nefsim için daha iyi” gibi düşünceler sıkıntısıyla gittiğim Cuma Namazı'ndaki “…Size nafile namaz ve sadakadan daha güzel bir âmeli bildireyim mi?... İki kardeş arasını düzeltmektir”[3] hadisi ile başlayan hutbeyi tebessüm ile dinledim. Bu hutbe bir tek bana okunmadı. Allah’ın (c.c.) hikmetinin genişliği itibariyle, o camideki her bir insana farklı bir amaç ve o anlık ihtiyaç için okundu. Yani oradaki cemaatten belki %30’una kavgalı ve dargın olduğu bir tanıdığı, akrabası ile arasını düzeltmesi için bir ihtar; %70’ine çevresinde bulunan ve birbiri ile dargın olan tanıdıklarının arasını düzeltmesi için bir öğüt; %90’ına başka bir cemaatteki, milletteki kardeşi ile arasını bozan sebeplerden, fikirlerden uzak durması için bir tavsiye; %10’una nerede ve nasıl olursa olsun bunu sağlamaya çalışmasına devam etmesi için bir yol gösterme olması ve yine herkese birçok hikmetler için okundu.
Bu olay bana “görevlendirildiğimi” göstermedi. Ama farklı iki Müslüman’ın kendi aralarını ihlâs ile kendi kendilerine düzeltmenin ve bu düzelmeyi sağlayacak fikirlere sıkı sıkıya sarılmanın Allah katında ne kadar büyük olduğu gösterdi, ben de bunu tavsiye ediyorum.
  1. ≪Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.≫ (Hucurât 12)
  2. ≪Onlar, “Şüphesiz biz size gönderilmiş elçileriz” dediler.≫ (Yâsin 14)
  3. Hadis; Tirmizi, T5020

Site İçinde Ara
Günün Ayeti
Mü'minler ancak kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını düzeltin. Allah'tan korkun ki merhamete lâyık görülesiniz.
Hucurat - 10
Günün Hadisi
Size nafile namaz ve sadakadan daha güzel ameli bildireyim mi? İki kişinin arasını düzeltmektir.
Tirmizi - T5020